İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Tüm bunlar nedeniyle Suriye halen uluslararası inceleme altında!

Son ABD-Fransa-Suriye üçlü toplantısının sonucu, üzerinde anlaşılan hususlar açısından tartışmaya açık olmaya devam ediyor.

Toplantının olağanüstü koşulları ve ele aldığı konular göz önüne alındığında, böyle bir durum ne yeni ne de şaşırtıcı. Özellikle de Alevilerin çoğunlukta olduğu sahil bölgesindeki olayların akabinde gelen Güney Suriye'deki kanlı ve tehlikeli olaylardan sonra.

Rusya ve İran nüfuzunun sona ermesinin ardından yeni dönemde Suriye meseleleriyle doğrudan ilgili olduklarını düşünen uluslararası ve bölgesel güçlerin, yeni Şam hükümetinin güvenlikten ekonomiye ve hatta azınlıklara kadar birçok konuyu nasıl ele aldığını aylardır gözlemlediği biliniyor.

Türkiye, yalnızca başlıca sponsorlarından değil, aynı zamanda genelleştirilmesine bahis oynadığı deneyimin başarılı olmasına büyük önem veriyor. Suriye mozaiğini kendi çıkarlarına ve kavramlarına göre “kontrol etmenin”, kendisi için “ulusal güvenlik” meselesi olduğuna inanıyor. Diplomasinin başına getirilmeden önceki son görevi istihbarat teşkilatı başkanlığı olan Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın son günlerde söylediği ve tekrarladığı şey de budur. Fidan daha önce istihbaratın başında olduğu için hem Suriye'de hem de Ortadoğu'da en hassas ve tehlikeli güvenlik konularıyla başa çıkma konusunda geniş bir deneyime sahip.

Suriye sahnesiyle ilgili olarak, Türkiye, Irak’ın kuzey sınırındaki Yukarı Mezopotamya bölgesinin en kuzeydoğusundan Suriye'nin en kuzeybatısındaki İskenderun Sancağı kıyısına kadar uzanan yaklaşık 909 kilometrelik ortak bir sınırı paylaşıyor. Bu sınır hattı büyük ölçüde Berlin-İstanbul-Bağdat demiryolu ile birbirine bağlıydı. Birbirini takip eden Suriye hükümetleri, 1939'da Fransız Manda yönetimi sırasında İskenderun Sancağı'nın Suriye'nin geri kalanından ayrılmasını kabul etmeyi reddetti. Burada, en büyük şehri Hatay olan sancağın nüfusunun çoğunluğunun, çoğu Sünni Araplar, Aleviler ve Hristiyanlar ile Ermenilerden oluşan Suriyeli Araplar olduğunu belirtmek gerekir. 1939’daki nüfus sayımına göre Türk/Türkmen nüfusu yüzde 40'ın altındaydı.

Bunun da ötesinde, batıda Afrin civarından doğuda Kamışlı şehri civarına kadarki sınırın her iki tarafında Arap, Kürt, Türk ve Hristiyanlardan oluşan karma bir nüfus yaşıyordu ve yaşamaya devam ediyor. Bu nedenle Ankara, Suriye'nin herhangi bir düzeyde ve koşulda bölünmesini veya parçalanmasını önlemek konusuna büyük önem veriyor. Çünkü bunun, Kürtlerin ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 20'sini oluşturduğu Türkiye içinde Kürt fanatizmini körükleyeceğini düşünüyor.

Bu, meselenin, özellikle şu anda Amerikan ilgisinin yoğun olduğu Doğu Fırat bölgesindeki Suriyeli Kürt azınlığın durumu ile ilgili Ankara'nın öncelikleriyle bağlantılı yönüdür. Güneyde ise Suriye sınırı Ürdün'le, oradan da batıya doğru 1967'de İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepeleri'ne ve 1948'de işgal edilen Filistin'in kuzey topraklarına kadar uzanıyor.

İsrail'in kuruluşundan beri Golan Tepeleri, iki stratejik nedenden ötürü İbrani devleti için büyük ilgi odağıydı. İlki, kuzey Ürdün Vadisi'ne, Tiberya Gölü'ne ve Hula Gölü'ne hakim bir konumda olması, ikincisi de önemli bir su zenginliğine sahip olmasıdır.

Dahası, kuzeydeki Suriye “mozaiği” Türk siyasi hesaplarında nasıl rol oynuyorsa, güneydeki Suriye “mozaiği” de İsrail'in güvenlik ve demografik “değerlendirmelerinin” merkezinde yer aldı ve almayı da sürdürüyor. Golan Tepeleri, on yıllardır -ve büyük olasılıkla yüzyıllardır- Dürzi, Hristiyan, Sünni Arap, Sünni Çerkes ve Türkmenlerden oluşan karma bir nüfusa ve üç Alevi köyüne ev sahipliği yapıyor. Bundan önce de bir İsmaili varlığı vardı.

Golan Tepeleri, Batı Lübnan Sıradağları dışındaki en yüksek nokta olan Hermon Dağı’nın zirvesi ile de  bağlantılı. Buradan Şam'ın yanı sıra Havran ve Cazur ovaları da görülebilir. Havran'ın doğusunda, bölgenin ve dünyanın en büyük Dürzi nüfusuna ev sahipliği yapan Cebel el-Arap (Suveyda şehri) yer alıyor.

Güney Suriye'deki bu Dürzi unsuru, Şam ve banliyölerinde, Vadi el-Acem ve Golan’ın kuzeyindeki Dürzi varlığıyla daha da güçleniyor. Ancak İsrail için en önemli etken, Celile bölgesinde en az 120 bin, işgal altındaki Suriye Golan Tepeleri köylerinde ise yaklaşık 20 bin Dürzi'nin varlığıdır. Dolayısıyla, tıpkı Türkiye'nin Kürtlerin oluşturduğu “tehlikeyi” savuşturma bahanesiyle müdahalesini haklı çıkaran iç siyasi ve güvenlik “kaygıları” olduğu gibi, İsrail de Dürzilere yönelik “tehlike” bahanesiyle güneye müdahale etme hakkına sahip olduğuna inanıyor.

Bu noktada Alevi ve Hristiyan meselelerine geliyoruz...

Aslında Alevi meselesi, özellikle Suriye Alevileri, Dürzi kardeşlerinden daha kalabalık oldukları ve Suriye'nin tek iki sahil şehri olan Lazkiye ve Tartus'ta (Alevi Dağları) nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları için, en az yukarıda bahsi geçenler kadar önemli. Dahası, Esed ailesinin iktidarı sırasında, bu iki şehir, hayati önem taşıyan Tartus'taki Rus deniz üssü ile Lazkiye'nin Cebele bölgesi yakınlarındaki önemli Rus Hmeymim hava üssüne ev sahipliği yapıyordu. Öte yandan, yoğun bir Hristiyan nüfusa sahip olan Vadi el-Nadara (Nasara Vadisi), Alevi Dağları'nın güney sınırını oluşturuyor. Aralarında Washington koridorlarında sözleri yankı bulan, önde gelen ve nüfuzlu siyasi aktivistler ve iş adamlarının da bulunduğu, ABD'ye göç eden Suriyelilerin büyük bir yüzdesi bu bölgedendir.

Tüm bunlar, Suriye'deki gelişmelerin uluslararası düzeyde incelenmesinin, hatta denetlenmesinin nedenlerini anlamaya yardımcı olabilir. Dahası, geçiş adaleti tedbirlerinin uygulanmasında, kurumların inşasında ve ister Kürtler gibi etnik, ister Hristiyanlar gibi dini veya Aleviler, Dürziler ve İsmaililer gibi mezhepsel olsunlar azınlıklarla ilişkilerin düzenlenmesinde yaşanan gecikmelerden duyulan büyük endişeyi de açıklayabilir.