Ünlü İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari, 7 Ekim olaylarının ardından çılgına döndü. Sadece işgalin adaletsizliğini ve yaşananlardaki sorumluluğunu hatırlatan solcu yurttaşlarını sıcak bir şekilde hedef aldı. Fransız dergisi Le Point tarafından "günümüz dünyasının en önemli düşünürü" olarak sınıflandırılan Harari'nin duyguları, hâlâ sahneyi bütünüyle özümsemesine engel oluyor. Oysa Harari Filistinlilerin hakları konusunda daha anlayışlı görünüyordu ama bunun kaynağında da onlara duyduğu sevgi değil, bu hakları görmezden gelmenin, doğduğu ve yaşadığı İsrail'i çıkmaza soktuğuna dair yeni bir farkındalık yatıyor.
Harari, " Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi" adlı kitabında 70 bin yıla yayılan insan yaşamını anlatmıştı. Kitap onlarca dile çevrildi ve milyonlarca sattı. Harari İsrail'in "Yahudilerin tarihi vatanı" olduğu fikrini uzun süre destekledi. Ancak değişimlerin sertliği onu, İsrail'in her türlü dış tehlikeyi aşan büyük bir iç çatırdama yaşadığını kabul etmeye itiyor. Harari’ye göre şimdi temel çatışma, laik milliyetçi hareket ile Yahudilerin yalnızca Araplar değil, tüm uluslardan üstün olduğuna inanan yeni Mesiyanik (Mesihçi) hareketi arasında "Yahudilik ruhu" üzerine bir çatışmadır. Irkçı ve üstenci eğilimleri ile Mesiyanik, koalisyon hükümetine dahil oldu ve kontrolü gittikçe güçleniyor, nüfuzu büyüyor. Harari, hareketin, vaat edilen ve denizden nehre kadar uzanan Yahudi devletini kurmaktan başka gelecek yıllara dair bir vizyonu olmadığını, bu devletin nüfusunun; tam vatandaşlığa sahip Yahudiler, yarı haklara sahip 1948 Arapları, hiçbir hakkı olmayan 1967 Arapları şeklinde üç sınıfa ayrıldığını söylüyor. Diğer bir deyişle Mesiyanik, mevcut statükoyu pekiştirip nihai hale getirmeyi amaçlıyor. Yerinden etme ve yok etme niyetlerini göz ardı eden Harari'nin açıkladığına göre sunduğu tek çözüm bu. Harari, vejetaryen ve yumuşak kalpli olmasına rağmen Filistinliler için değil, Mesiyaniklerin İsrail'i kuran laik Syonizm için bir tehdit oluşturmasına üzülüyor. Ona göre bugün yaşananlar, ilk kuruculara karşı bir darbe, kurdukları kurumların sistemli bir şekilde yok edilmesi ve yerlerine katı bir dini otoritenin getirilmesidir. Harari şu yorumu yapıyor: "Eğer başarısız olursak ve onlar da kendi kontrollerini ve vizyonlarını empoze etmeyi başarırlarsa, Yahudiliğin dünya çapındaki anlamı değişecek. Yahudiler nerede olurlarsa olsunlar, bunun sonuçlarına katlanmak zorundalar.”
Çatışma henüz bir sonuca ulaşmadı ancak Mesiyanik, uyum ile fikir birliğinin karakterize ettiği misyoner bir hareket. Knesset geçtiğimiz günlerde ezici bir çoğunlukla iki devletli çözümü reddetti. İsrail kamuoyunun Gazze'deki soykırımın devamını teşvik eden vahşi tutumu ve bunun sonucunda dünya tarafından dışlanması, vizyon körlüğünün göstergesi.
Birkaç gün önce, laiklerle aşırılık yanlıları arasındaki çekişme kapsamında, İsrail'deki Sefarad Yahudilerinin Baş Hahamı Yitzhak Yosef, "haredimlerin" orduda hizmet etmeye zorlanmaları halinde ülkeyi terk edecekleri tehdidinde bulundu. “Hepimiz ayrılacağız, bilet alıp gideceğiz” dedi. Haredimler nüfusun yüzde 13'ünü oluşturuyorlar ve doğum kontrolü yasak olduğu için sayıları en çok artan grup onlar. Haredimler aynı zamanda kararlarını Baş Haham’ın belirlediği birleşik bir blok. Haham ise şunu söylüyor: "Bütün bu laikler, böyle bir kararın devleti riske atacağını anlamalılar."
Haredimler arasından 66 bin kişi zorunlu askerlikten muaf tutuldu ve iki cephenin varlığına ve varoluşsal tehlike hissine rağmen, 7 Ekim'den sonra aralarından yalnızca 540 genç gönüllü oldu. Onlar ibadet etmek ve İsrail için dua etmek için yaratıldıklarını, çalışmanın görevlerinden biri olmadığını, reşit olmayan varlıklar olarak gördükleri eşlerinin görevi olabileceğini düşünüyorlar. İzole gettolardaki bu garip yaşam tarzı, her ne kadar esas olarak Kudüs'de konumlansa da genişliyor ve yayılıyor. Bu olgu gittikçe büyüyor. Ekonomik kriz içinde olmasına ve asker sıkıntısı çekmesine rağmen onlara kesintisiz maaş ödeyen hükümet, onların ülkeden çıkışlarının zor olacağını düşünüyor. Çünkü gidecekleri herhangi bir yerde çalışmak zorunda kalacaklar ve kutsal kitabı okumak dışında onlara bir beceri kazandırmamış okulları nedeniyle hiçbir şey yapabilecek durumda değiller.
Televizyon ya da gazete yok, telefon kullanımı kurallarla düzenlenmiş, hahamın izni olmadan ehliyet alınamıyor ve çoraptan başörtüsüne kadar giyim konusunda koşullar var. Biçim ve içerik olarak atalarının 18. yüzyılda yaşadıklarına benzeyen bir hayatları var, hatta haberleri bile kapalı mahallelerinin duvarlarına asılan ilanlardan öğreniyorlar. Bunlar silahlandırılmışlar ve yaşam tarzlarını değiştirme konusunda baskı altında olduklarını hissederlerse şiddet kullanmak ile tehdit ediyorlar. Onlar devlet içinde devletler. Onlara göre devlet Tevrat'tan daha az önemli, bu yüzden haredimler dosyası her an patlamaya hazır gibi görünüyor. Bunlarla bir çatışma çıkarsa İsrail bir iç savaşın içine girer. Devlet üzerindeki kontrolleri tamamlanırsa da içerisi ile şiddetli bir çatışmaya sürüklenirler ve devletleri dış dünyadan ayrılır.
Savaşın sona ereceği gün İsrail'i, kesinlikle 1948’deki Nekbe'den daha büyük bir sarsıntıya maruz kalan Filistin halkının seçimleri kadar önemli seçimler bekliyor olacak. Ancak Filistinlilerin artık kaybedecek bir şeyleri yok; açıktalar, çocukları, evleri ve umutları kaybolmuş durumda. İsrail ise her şeye sahip: Askeri üstünlük, güçlü müttefikler, dünyadaki Yahudilerin yarısı kendi topraklarında, büyük yatırımlar, ileri teknoloji ve hızla büyüyen bir ekonomi. Bütün bunlar sarsılıyor, çatırdıyor ve şimdiden fiilen çözülmeye başladılar.
İsrail’in 7 Ekim'deki felakete neden olanları yargılaması gerekecek ve Harari bu konuda ordunun, istihbaratın ve Şin Bet'in, Netanyahu ve grubunu aylardır gizlice ve alenen İsrail'in korkunç bir tehlike içinde olduğu konusunda uyardığını söylüyor. Onlara, dikkatlerini anayasal kurumları yok etmeye çalışmaktan Hamas, Hizbullah ve İran'ın temsil ettiği dış tehlikeye odaklanmaya yöneltmeleri gerektiğini söylediklerini belirtiyor. Ama kimse dinlemedi, çünkü ordu komutanı ve Şin Bet lideri dahil tüm bu askeri uzmanların, derin devletin kendilerine yönelik komplosunun bir parçası olduğu fikri akıllarında yer etmişti. Uyarıların bir iç oyunun parçası olduğunu ve amacın kendilerini yargı reformunu durdurmaya zorlamak olduğunu düşündüler. İsrail bu nedenle 7 Ekim'i adeta komadaymış gibi yaşadı ve sonuçları da hâlâ devam ediyor.