Hazım Sağıye
TT

Davaları adına Filistinlilere karşı işlenen suçlar sayfasını yeniden hatırlama

Bugün, İsrail'in Gazze'deki imha savaşı ve ortalıkta dolaşan tehlikeli ve en tehlikeli senaryolar ile birlikte, Filistin meselesine siyasi çözüme dair konuşmalar son derece ihtimal dışı ve hayal ürünü görünüyor. Ancak bu ihtimal dışılığın tarihi de ihtimal dışı görünüyor ya da kendisinden bahsedilirken sadece İsrail'in bundaki rolünden bahsediliyor. Bu rol, etki ve nüfuz alışverişinde bulunduğu Arap muhatabıyla etkileşim kapsamında azalıp yükselse de elbette İsrail’in inatçılığı ve zulmü tarafından doğrulanıyor

Ancak İsrail'in barışa ve siyasi çözüme direnme anları, ahlaki ve siyasi açıdan kınansa bile anlaşılabilir ve bir bakıma doğal olmaya devam ediyor. Zira böyle bir çözüm, İsrail işgalinden toprağın bir bölümünü çekip alarak yasal sahiplerine iade ediyor. Hakkında sessizliğin hüküm sürdüğü Arap direnişine gelince, pek çok kişinin yasak kalması konusunda mutabık kaldığı yasak tarihin ta kendisidir.

Bu yapay unutuşun ortasında, Filistin ulusal eyleminin bazı kadrolarını hedef alan kan ve trajedilerle dolu bir tarih sayfasını hatırlatmak faydalı olabilir.

Yetmişli yılların ortalarında, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) “On Nokta Programı”nı kabul etmesiyle Yaser Arafat, çatışmanın temel gerçeklerinden birini keşfetmeye başladı. O gerçek de İsraillilerin geniş bir kesimin Filistinlilerin haklarını kabul etmesinin, herhangi bir ulusal kazanım elde etmenin kaçınılmaz bir koşulu olduğuydu. Tam da bu dönemde Fetih hareketinden ayrılan ve Ebu Nidal kod adıyla bilinen Sabri el-Benna, “Fetih Hareketi - Devrim Konseyi” adlı terör örgütünü kurdu. Irak, Suriye ve Libya'daki güvenlik rejimleri sırayla Benna'yı finanse edip desteklediler, çünkü o yaygın tanımlamaya göre kiralık bir silahtı. Ancak Benna'nın destekçisi değişse de değişmeyen tavrı, Fetih liderlerini, özellikle de Filistinlilerin haklarını destekleyen İsraillilerle diyalog içinde olan, bunu takiben dünyadaki etkili güçlere, özellikle de Batı kamuoyuna açılan liderlerini hedef almasıydı. Şaşırtıcı olan, Benna ve destekçilerinin bu değişmez hedefinin, bu üç rejimin birbirine karşı ve Benna aracılığıyla uyguladıkları terörle el ele gitmesiydi.

1978'de Devrimci Konsey, 1969'dan beri Filistin Ulusal Konseyi üyesi olarak görev yapan FKÖ'nün Londra'daki temsilcisi Said Hamami'ye suikast düzenledi. Hamami, İsrailliler ve Batılılarla köprüler kurmak, müzakere yoluyla bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak bir strateji geliştirmekle ilgileniyordu. Böylelikle Filistinli ve İsrailli yetkililer arasındaki ilk görüşme gerçekleşti ve Hamami’nin bu görüşmelerdeki İsrailli partneri, barış savunucusu olan ve daha sonra öldürülen Hamami hakkında bir kitap yazan Knesset üyesi Uri Avnery idi.

Aynı yıl yani 1978'de Ebu Nidal FKÖ'nün Paris temsilcisi İzzeddin Kalak’a da suikast düzenledi. Onun görevini üstlenen Mahmud el-Hamşari’ye ise İsrail istihbaratı Mossad tarafından suikast düzenlendi. Daha önce Fransa'daki Filistinli Öğrenciler Birliği'nin başkanlığını yapan Kalak’ın ismi, İspanyol hükümetini örgütün Madrid'de bir ofis açması için ikna etmek ve Avrupalılara Filistin adını taşıyan eski Osmanlı ve İngiliz pulları aracılığıyla Filistin'i tanıtma projesi ile ilişkilendirilmişti. Kalak ayrıca örgütün Paris'teki ofisinde Filistin sineması için bir bölüm kurarak Fransız film yapımcılarıyla ilişkileri de güçlendirmişti.

Gerçek şu ki, Hamami ve Kalak'ın görevi, 1972'deki Münih terör saldırısının Avrupa'da bıraktığı menfur izleri silmekle ilgili olduğundan, hiç de kolay değildi.

1983'te ise Isam Sartavi, Benna'nın kurbanlarından biri oldu. Sartavi, Fetih Merkez Komitesi üyeliğinin yanı sıra Arafat'ın dış ilişkiler danışmanı ve örgütün Portekiz'in Lizbon şehrindeki temsilcisiydi. 1976'dan itibaren Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını tanıyan İsraillilerle diyaloğa başlamıştı. Her iki partinin de sosyal demokrasiye bağlılığına dayanarak İsrail İşçi Partisi’yle yakın bağlantısı olan Avusturya Başbakanı Bruno Kreisky ile Sosyalist Enternasyonal aracılığıyla güçlü ilişkiler kurmuştu.

Elbette Benna'nın suçları yukarıda bahsedilen üç suçla sınırlı değil, onun suçları bütün bir gazete sayısında ele alınamayacak kadar çok. Ancak bu ve benzeri birçok sayfa, Irak (Saddam), Libya (Kaddafi) ve Suriye (Hafız) rejimlerini Filistin kanını akıtmaktan aklayan popüler fakir söylemlerin kapsamına girmemeli. Bu rejimlerin, 7 Ekim operasyonu, mevcut savaş ve ikinci Nekbe'nin sonuçlarından olduğu siyasi çıkmazı cinayet ve suç yoluyla tesis ettiklerini tekrarlamaktan bıkılmamalı. Belki de en büyük siyasi ve aynı zamanda bilişsel başarısızlıklarımızdan biri, askeri darbeler ve onların Maşrık’taki (Levant) rejimleri ile bir trajedi olarak kalması ve derinleşmesi amaçlanan Filistin trajedisi arasında bağ kurma konusundaki baskın zayıflığımızdır.

Bu rejimler, Filistin meselesinin çözümünü engelleme, çözmek isteyen Filistinlileri de öldürme yönteminin temelini attılar. İran'daki Humeyni rejiminin daha verimli bir şekilde ve bugün Gazze'nin de şahit olduğu gibi daha fazla öldürmeyle sürdürdüğü şey de budur. Nedeniyse, defalarca söylendiği gibi, meşruiyet eksikliğini paylaşan bu iki tip rejimin neredeyse tek meşruiyet kaynağının Filistin davası olmasıdır.