Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Amerika, Batı ve iyi ile kötünün karşıtlığı!

Eski ABD Başkanı Donald Trump bir konuşmasında şu ifadeyi kullandı: “Eğer İran nükleer silaha sahip olursa, İsrail'i yok edecektir!” Bu saçma bir ifade. Çünkü herhangi bir inandırıcılığı yok. İran nükleer silaha sahip olmayacak ve eğer sahip olursa da İsrail'i yok etmeyecek. Peki Trump, saçma olduğunu iddia ettiğim bu sözleri neden söylüyor? Bu sözlerin gerçekte bir bağlamı var: ‘Kasım başındaki ABD başkanlık seçimleri.’ Belki de Trump, İsraillilerin ve Amerikalı Yahudilerin korkularını arttırarak kendisini İsrail'i en iyi koruyabilecek kişi olarak seçmelerini sağlamak istiyor! Aslında Trump'ın başkanlığı süresince izlediği politikalar ve aldığı kararlar -2015 yılında Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmadan çıkması da dahil olmak üzere- gerilimin artmasına neden oldu. Ayrıca Trump'ın ABD'nin İran'a verdiği taahhütlerden vazgeçmesinin ardından İran'ın inatçılığı arttı.
Peki ABD ile İran arasındaki ilişkilerin bu denli kötüleşmesine ne yol açtı? 1979 İran Devrimi’nden sonra ayrışma ne zaman başladı? Tahran'daki büyükelçiliklerinde Amerikalı diplomatların rehin alınması mı, İran-Irak savaşında ABD'nin tutumu mu, Irak, Suriye ve Yemen üzerindeki rekabet mi, yoksa bunların hepsi birden mi?!
İran'ın bölgede yarattığı tüm sorunlar ABD'nin saldırganlığına ve uyguladığı ablukaya bağlanıyor. Öte yandan, ABD'nin İran'a yönelik politikalarını on yıllardır inceleyen çoğu analist, Amerikalıların İran'ı parçalamak değil, kuşatmak istediğini savunmuştur. Ancak son on ayda yaşananlar iki ülke arasındaki ilişkileri tüm zamanların en düşük seviyesine indirdi. Gerçeklere bakacak olursak, ABD ve İsrail'e karşı bir tür disiplin uygulayan İran iken, İsrailliler hızla gerilimi artırıyor ve ABD tereddüt etmeden onları destekliyor. İranlı yetkililer aşırı temkinli eylemleriyle desteklenmeyen sert açıklamalar yaparken, İsrailliler ve Amerikalılar İran'ın tepkilerini ve bölgede konuşlanmış İranlı milislerin eylemlerini umursamadan açık ve gizli bir şekilde saldırıyor!
İran'ın kabiliyet ve kapasitesini hesaba katmayan bu ABD ve İsrail pervasızlığı nereden geliyor? Elbette silah, insan, kara, deniz ve hava kuvvetlerindeki üstünlük hissinden geliyor. Dünya, ABD'nin büyük hatalarına ve sürekli ve birbirini izleyen yanlış hesaplarına alıştı. Dünya, Kore Savaşı (1950-1953), Vietnam Savaşı, Irak Savaşı, Afganistan Savaşı ve şimdi de Ukrayna Savaşı ve Gazze Savaşı'ndan bu yana başarısızlıkla sonuçlanan her savaştan sonra medya ve kamuoyu tarafından pişmanlık duyulmasına ve ciddi bir şekilde hesap sorulmasına da alıştı. Öte yandan Amerikalılar, belki de kayıplarının göreceli kalması nedeniyle, pervasız davranışlarının sonuçlarından ders alıyor gibi görünmüyorlar.
Aslında bu nedenle Amerikan hegemonyasına karşı isyanlar çoğalmakta, ABD'ye, Batı'ya ve onların kaderlerine yönelik kötümserlik artmaktadır. Büyük stratejistler ve düşünürler arasında, artan güç politikası nedeniyle, Amerikan ‘yumuşak gücünün’ umutlarını ve etkilerini azalttığını, çıplak gücün artık rakipleri bastıramadığını veya sindiremediğini iddia etme eğilimi var. Onlara göre, yirminci yüzyılda dünyanın efendisi olan Amerika, artık gözden geçirme ve rasyonalize etme yeteneğine ya da isteğine sahip değil. Şu anda savaşlar en kolay çözüm haline geldi. Aynı zamanda Ruslar, Ukrayna savaşının her aşamasında nükleer silah kullanma tehdidinde bulunuyor ve ABD liderliğindeki Batı kontrolü elinde tutuyor.
ABD liderliğindeki Batı, nükleer olsun ya da olmasın, bu iki kontrol sistemini değiştirmenin mümkün olmadığının farkındaymış gibi dünyanın düzenini kontrol ediyor.
Amin Maalouf, ‘Labirent - Batı ve Hasımları’ (Le labyrinthe des égarés - L’Occident et ses adversaires) adlı muhteşem kitabında şöyle diyor: “Tarihi incelemem bana, davranışlarını Batı'ya karşı sistematik nefrete dayandıranların genellikle barbarlığa ve gerilemeye yöneldiklerini ve sonunda kendi boyutlarını ve önemlerini küçülttüklerini ve kendilerine ceza verdiklerini öğretti!”
ABD ‘dağdaki seçilmiş şehir’ mi yoksa Meksika'nın eski Devlet Başkanı’nın “Yaratıcıdan uzak ve ABD'ye yakın olmak Meksika'nın talihsizliğidir” dediği şehir mi? Filozof Nietzsche'nin başka bir bağlamda söylediklerine gitmek daha doğru olur elbette: ‘İyinin ve kötünün ötesinde!’