Amr el-Şobaki
TT

Filistin devleti kurma koalisyonu

Geçen ayın sonunda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, New York’tan Filistin devletini kurmak için bir uluslararası koalisyon tesis edildiğini duyurmuş ve bu koalisyonun “Avrupa ve Arapların ortak çabasının ürünü” olduğunu belirtmişti. Bakan, “bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşunun zor ulaşılan bir siyasi süreçte müzakere edilecek nihai bir sonuç değil, temel ve köklü bir hak ve barışın temeli olduğunu” ifade etti.

Bu girişim, iki devletli bir çözüme ulaşmayı amaçlayan barışçıl çözüm yollarının başarısızlığının ve mevcut bağlamın barıştan ziyade silahlı çatışmalar, ölüm ve kanla dolu olmasının gölgesinde ortaya çıktı. Aynı zamanda İsrail'in işlediği soykırım suçları, Filistinlilerin ve Arapların kalplerinde bir acı ve bastırılmış öfke yarattı. Bu, şiddeti ve “araç ile ezme” eylemlerini artıracak, son dönemde Kudüs'te olduğu gibi, “uyuyan hücreler” durumunu derinleştirecek bir durum. İntikam ve misilleme duyguları ile hareket eden bu hücrelerin eylemlerinin ateşi, daha önce onlarca Batı şehrini yakmıştı.

Gerçek şu ki, mevcut bağlamdan yola çıkacak olan Filistin devletini kurma girişimi, İsrail'in önceki koşullarıyla karşılaştırıldığında bile “istisnai” olan bir durumla yüzleşecektir. Zira İsrail artık şahinlerin, güvercinlerin, aşırılıkçıların, ılımlıların devleti değil; etnik temizlik, soykırım uygulayan, sivilleri kasten ve büyük bir rahatlıkla öldüren “tüm şahinlerin devleti”.

Bu noktada soru şu; eğer Hizbullah İsrail güçleriyle savaşında direnirse ve onlara (nispeten) büyük kayıplar verdirmeyi başarırsa, bu, İsrail'i caydırmak ve onu Lübnan, Filistin ve siyasi süreç lehine tavizler vermeye itmek açısından faydalı bir unsur olacak mı? İsrail'in kesin zaferi onu herhangi bir çözümü düşünmeyecek bir konuma mı getirecek?

Gerçek şu ki, siyasi ve barışçıl yolu destekleyenlerle silahlı mücadele bayrağını yükseltenler arasında daha önceki aşamalarda ortaya çıkan görüş ayrılığı, yalnızca politik ve medya söylemi düzeyinde değildi, gerçekte uygulanan pratik projeler arasında da görüş ayrılığı mevcuttu. Cumhurbaşkanı Sedat ile birçok “normalleşme karşıtı” Arap lider arasında yaşanan yoğun tartışmalara, ayrıca, barış antlaşmasının imzalandığı yıl (1979) gerçekleşen ve barışçıl çözüm yolunu reddetmeye, İsrail ve (Büyük Şeytan) ABD ile mücadeleye dayanan, karşıt sloganlar ve eğilimler taşıyan İran devriminin retoriğiyle mücadeleye rağmen, bunlar, Sina'yı Mısır egemenliğine iade eden barış antlaşması adı verilen bir “yapının” sahada var olmasını engellemedi. Bu sadece barışçıl çözüm ve silahlı direniş projeleri arasında havada kalan bir tartışma değildi.

Aynı şey Oslo Anlaşması ile farklı bir bağlamda tekrarlandı. FKÖ'nün tanık olduğu dönüşümler, anlaşma konusunda fraksiyonları arasında iç çatışma noktasına varan tartışma ve anlaşmazlıkların sonucuydu. Nihayetinde Yaser Arafat barışçıl çözüm sürecine liderlik etti ve Oslo Anlaşması 1993'te imzalandı. Anlaşma, İsrail hükümetlerinin Batı Şeria'daki yerleşim yerlerini genişleterek kendisini sistematik olarak geçersiz kılmadan önce, teorik olarak özerk bölgeleri bir Filistin devletine dönüştürmenin kapısını açmıştı.

Oslo Anlaşması’nı reddeden Hamas hareketinin bundan çıkar sağlaması, anlaşma sayesinde özerk bölgelere geri dönmesi ve 2007'de Gazze Şeridi'nin kontrolünü zorla ele geçirip siyasi ve askeri gücünü kat kat artırması, daha sonra 7 Ekim operasyonuna kadar İsrail'e karşı silahlı çatışmalara girişmesi ironik olabilir.

 Camp David gibi Oslo sürecini yürütenlerin, ılımlılığı ve barışçıl çözümü seçenlerin, Mısır içinde ve dışında veya FKÖ içinde ve dışında anlaşma konusu olmayan “somut bir şey” sundukları açık ve net. Ama bunu yaptılar ve dediler ki; biz bu kadarını elde edebildik, karşı çıkanların ve reddedenlerin de ne yapacağını göreceğiz.

İki devletli çözüm, uluslararası meşruiyetin onayladığı, Arapların ve Filistinlilerin desteklediği çözümdür. Karşı çıkanlar, denizden nehre kadar tarihi Filistin'i geri almaya ya da herkesin yaşayabileceği tek laik bir devlet kurmaya bağlı kalsalar bile, Hamas ve diğer örgütlerin yaptığı gibi anlaşmayı aşamalı olarak kabul edeceklerini söylediler.

Dolayısıyla uluslararası koalisyonun bir Filistin devleti kurma girişimi, ortada ne “barışçıl bir alternatif”in ne de bir çözüm ufkunun var olduğu, alternatiflerin, savaşın devam etmesinden yeni bir savaş turuna kadar ateşkese uzandığı bir zamana denk geliyor.

Bu girişim, Avrupa'dan Güney Amerika'ya, Güney Afrika'dan Arap ülkelerine kadar tüm dünyayı kapsayan geniş bir uluslararası koalisyon kurmayı başarırsa, barışçıl çözüm alanındaki mevcut boşluğu dolduracaktır. Keza Arap performansının zayıflığı ile uluslararası kurumların gevşekliği ve kırılganlığıyla yüzleşmek sadece işgale değil, uluslararası sistemde ortaya çıkan dengesizliğin tüm yönlerine karşı koyacak, bütünleşik ve adil bir barış yolu sunmak için fırsat da olabilir.