Şeyh Naim Kasım'ın Hizbullah Genel Sekreteri olarak seçilmesinin ardından basın ve sosyal medyadaki bazı gözlemciler, kendisinin fikirleri ve değerleriyle ilgilenmeye başladı. Zira Şeyh Kasım’ın, Hizbullah’ın ortalamanın oldukça üzerinde olduğu bilinen muhafazakarlığını aşan bir muhafazakarlığa sahip olduğu yazılarından ve açıklamalarından biliniyor.
Meslektaşımız Husam Farran da “Darac” web sitesinde, Kasım’ın bu alanda yayınlanan en öne çıkan görüşlerini derlediği bir yazı hazırlamış. Örneğin Hizbullah gençliğinin “diskolara ve barlara gitmek yerine dağa çıkıp İsrail ve tekfircilerle savaştığı” ve “okullarda kız ve erkek çocukların karma eğitim almasına” karşı dikkatli olmanın bizim görevimiz olduğu gibi görüşlerini aktarmış. Kasım’a göre bu reddedilmesi gereken karmanın sorumluluğunu sadece kadınlar üstlenmektedir. Naim, Fransız feminist Simone de Beauvoir'ı “kadınların kısıtlama olmaksızın tam özgürlüğünün savunucularından” biri olarak sunarken, “kadınların giyim özgürlüğünü” hedef alıyor ve onlardan “erkeğin otoritesine boyun eğmelerini” talep ediyor. Boşanmış kadınların öğretmen olması fikrini, boşanmış bir kadının “çocuk yetiştirme ve eğitme yeterliliğine sahip olmadığı” gerekçesiyle reddediyor.
Meslektaşımız Farran'ın bahsetmediği ama Şeyh Kasım'ın değerler dünyasına dair çizdiği tabloyu tamamlayan husus; direniş ile belirli bir mezhep, yani Şii mezhebi arasında kurduğu özdeşleşmenin derecesini yükseltmesidir. Ona göre savaşçılar “Hüseyin sevgisiyle dolu mermiler”dir. Aynı şekilde antisemitizm ve İsrail ile Siyonizmi mutlak bir şekilde “Yahudilik” ile özdeşleştirme düzeyi de yüksektir. Genel Sekreter bu konuda da Hizbullah’ın zaten yüksek olan ortalamasını zirveye çıkarmıştır.
Altmışlı ve yetmişli yıllarda, “sömürgecilik, emperyalizm ve Siyonizm”e karşı düşmanlıklarından şüphe edilmeyen Filistinli ve Arap yazar ve entelektüellerin harcadıkları düşünsel çabaların çoğu, birbiriyle çelişen iki iddia etrafında toplanıyordu. Birincisi, Yahudilik ve Siyonizm iki farklı şeydir. İkincisi, ulusal kurtuluş bütün bir halk anlamına gelir ve yalnızca bir grubuyla sınırlı değildir.
Ancak Kasım'ın konuşmasının ifade ettiği ve kurtuluş hareketlerinin liderliğinde ve bilincinde art arda yaşanan gerilemeleri taçlandıran retorik gerileme, genellemelerin ve direnişin işgal altındakilerin meşru hakkıdır gibi klişelerin terk edilmesini teşvik ediyor. Bu, prensipte ya da direnişçiyi sırf direnişçi olduğu için başkalarının hak etmediği şeylere hakkı olan biri olarak gören düşünceye göre öyledir. Çünkü gerçekçi koşullar dışındaki genellemelerde sabit kalmak ve belirli ilkelere kur yapmak, yüzleşmelerin maliyetini niteliksel olarak artırıyor. Ayrıca askeri zafer arayanları, arzu ettikleri askeri zafere ulaşsalar bile, hayatın çeşitli alanlarında sayısız yenilgiyle karşılaşmaya aday hale getiriyor.
Direniş, şiddete dayandığı ve tanımı gereği bu onun koşulu olduğu için, bu, her türlü eleştiriden uzak şiddeti yüceltme yoluna gitmek yerine, özellikle şiddetine karşı dikkatli olmayı gerektiriyor. Direniş savaşçılarının “kusurlarını” direndikleri için görmezden gelmeyi tercih edenlerin, bunların felaket olduğu açıkça ortaya çıktığında bu “kusurların” üzerinde durmaları iyi olacaktır. Aynı şey, İmruʾu'l-Kays’ın “bugün şarap yarın iş” ibaresi gibi yalnızca yaklaşmakta olan zaman ve doğrudan şimdiki zaman olarak görülmemesi gereken zaman için de söylenebilir. Çünkü bugün yuttuğumuz zehirler yarın bizi de yutabilir.
Bizim gibi sosyal ve ulusal dokusu zayıf olan ülkelerde, direniş adına şiddet araçlarına sahip olmak, bir grubun “aynı vatandaki diğer kardeş” gruplara karşı gücünü göstermesi için bir köprüye dönüşebilir ya da askeri bir zafer elde etmesi durumunda, onlara hizipçi ve adaletsiz bir yönetim dayatmasının girişi olabilir.
Şiddet ve silah taşımak erkeklikle bağlantılı olduğu için de bu, Şeyh Naim’in kadınları çok aşağı bir seviyede sınıflandırmasından önce, silahlı bir erkeğin savunmasız kadına hükmetmesi için ideal bir ortam oluşturur. Cezayir devriminin ona katılan kadınlarla olan deneyimi iyi biliniyor. Devrim zafere ulaşır ulaşmaz kadınları terhis etti ve onları sadece çocuk doğuran ve bakan anne, dadı ve aşçı olmaları için eve geri gönderdi.
Mantıksız miraslarına değinerek bir grubu seferber etme konusundaki doğasında var olan ısrar, acılı ve ıstıraplı koşullardan anlaşılır bir şekilde etkilenme, ölüm ve ölüm sonrası fikirleri eveleyip geveleme ve bununla ilgili hayal gücünü ifade etme, ek olarak bazen mucizeler ve kahramanca başarılar için yapılan görünür çağrılar ile birlikte şiddetin gerektirdiği şey makullük değildir. Şiddet içeren çatışmalarda, siyasi haklılık derecesi ne olursa olsun, benliğe ve dünyaya ilişkin gerici bir görüş gelişir. Şiddetin tırmanması onu daha gerici hale getirir ve bu, sivil, barışçıl yaşama geri dönmedikçe gerilemez.
Gazze'de olduğu gibi Lübnan'da da en geri fikirlerin, sahiplerinin direniş yoluyla başkalarını özgürleştirmek için ortaya attıkları fikirler olması şaşırtıcı ve üzüntü verici olmaya devam edecek. Bu çelişki, bu fikirlere sahip olanların toplumlarındaki en bilinçli ve dinamik güçlerden ve gruplardan yaşadıkları izolasyonun bazı yönlerini açıklıyor. Bilinen umutsuz koşullarda liderlik mevkiine ulaşan Şeyh Kasım ve onun bilinci aracılığıyla, umutsuz dil ile umutsuz mücadele arasında ancak tek bir uzlaşma sağlanabilir. Zaferi tahmin etmede ve böyle bir zaferin, elde edilse bile bir umut kaynağı olacağına dair girilen bahislerde daha fazla tutumlu olmayı gerektiren de budur.