Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Suriye: Arenanın tehlikeleri ve devletin gerekliliği

Dünyanın bu zorlu coğrafyası sanki kan gölleriyle bir arada yaşamaya mahkûm edilmiş. Ülkeler parçalanıyor. Savaşlar tamamlanmıyor. Barış, ateşkes kumaşından. Gazze'deki dehşeti gördük. Ve ardından Lübnan'daki dehşeti. İsrail saldırılarının vahşeti, Aksa Tufanı’nın Gazze'nin sonuçlarına katlanma kapasitesinden daha büyük olduğunu gösterdi. Destek cephesi de Lübnan'ın sonuçlarına katlanma kapasitesinden daha büyüktü. Ardından Suriye’deki kan göllerinin dönüşünün habercisi olan Halep sürprizi geldi. İdlib'i kontrol eden güçlerin Suriye ordusunun saldırmasını beklemek yerine önce davranmayı tercih ettiği söylemi dikkate alındığında, burada sürpriz kelimesi doğru olmayabilir.

Suriye'nin Astana ve Soçi ağrı kesicileri çerçevesinde yaşadığı göreceli sakinliğin sonsuza kadar sürmesi mümkün değildi. Mini devletler ve oluşumlar arasındaki mevcut temas hatlarının değiştirilemeyecek bir kader olduğunu kabul etmek Şam için zordu. Suriye'nin kendisinden daha büyük savaşların esiri olduğu açıktı. Temas hatlarını değiştirmenin, Suriye arenasındaki büyük oyuncularla da çatıştığı aşikardı.

Geçen on yılın ikinci yarısının başında Suriye devleti parçalandı. Ülke, yanılsamaların, hayallerin, bölgesel ve uluslararası müdahalelerin yaşandığı bir arenaya dönüştü. İsrail'in malum emellerini, değişken ve değişen Amerikan politikasını bir kenara bırakırsak, Rusya, İran ve Türkiye'nin rollerine dikkat çekebiliriz.

Niyetini uzun süre gizledikten sonra Vladimir Putin, 2014 yılında Kırım Yarımadası'nı geri aldı ve Kırım’ın sadece Sovyetlerin Ukrayna'ya haksız bir hediyesi olduğunu vurguladı. Sınırlı uluslararası tepkiler onu daha fazlasını yapmaya teşvik etti. Bir yıl sonra dünya, General Kasım Süleymani'nin Suriye'nin kökten dincilerin, bölgenin de Amerikalıların eline geçme tehlikesine karşı Rusya Devlet Başkanı’nı müdahaleye ikna etmesinin ardından gerçekleştiği söylenen Rusya'nın Suriye'ye askeri müdahalesine uyandı.

Rusya-İran iş birliği, Suriye sahasında olayların gidişatını değiştirdi ve Suriye rejiminin hayatta kalması, çözüm konuşulurken göz ardı edilemeyecek bir gerçek haline geldi. Ancak “İran Suriyesi” pahasına “Rusya Suriyesi”nin kurulması yönündeki bahisler birkaç yıl sonra başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya, yerinden edilmiş insanların geri dönüşünün ve yeniden imarın taşlarını döşeyecek geniş bir uzlaşıya kapıyı açacak büyük bir siyasi çözüme liderlik etme becerisini gösteremedi. Putin'in sonraki on yıl içinde Avrupa topraklarındaki Ukrayna'yı işgal ederek büyük bir darbe gerçekleştirmeye çalışacağı göz önüne alındığında, Rusya'nın Suriye'ye askeri müdahalesi sadece bir adımdı.

Rusya-İran-Türkiye üçgeni, Sovyetler Birliği'nin intiharının mevcut haritalarının sınırlarına ve rollerinin sınırlılığına dair hoşnutsuzluklarını yeniden uyandırdığı imparatorluk hafızasına sahip yaralı ülkelerden oluşuyor. Ankara ve Tahran'ın Sovyetlerin çöküşünün bıraktığı mirasın bir kısmını kazanmayı hayal ettikleri sır değildi.

Türkiye, geçen on yılda Arap Baharı atına binerek bölgede büyük bir darbeye öncülük etmeye çalıştı. Kopyalamaya, ilham vermeye veya ihraç etmeye uygun bir modeli olduğunu düşünüyordu. Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejimiyle sıcak dostluktan, onu söküp atmaya çalışma aşamasına geçti ve bu da bir sır değildi. Yıllar önce bir Irak hapishanesinde, Türkiye-Suriye sınırından “hilafet devletine” nasıl girdiklerini anlatan bir grup DEAŞ’lı savaşçıyla karşılaşmıştım. Türkiye'nin hırsları Suriye'deki Rusya-İran iş birliği ile çatıştı ve Arap Baharı bilindiği gibi sona erdi. Bundan sonra Türkiye'nin Suriye politikasının başlığı “Kürt tehdidinin” ortadan kaldırılması oldu ve nitekim kuvvetleri Suriye topraklarının yanı sıra Irak'ın bazı noktalarında da konuşlanmış bulunuyor.

İran da kendi sınırlarından ve rolünün sınırlılığından hoşnutsuzdu. Bölgede Beyrut, Şam, Bağdat ve Sana'daki karar alma merkezlerinde önemli bir varlığa sahip olmasını sağlayacak büyük bir darbe gerçekleştirdi. İran için Suriye, özellikle Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının ardından Tahran'dan Bağdat ve Şam üzerinden Beyrut'a giden yolu açtığı için önemli bir karargâh ve hayati bir koridora dönüştü. Suriye arenası, İran'ın büyük programında ve “birçok haritadan yağdırılacak füze yağmuru ile” İsrail'e yöneltilebilecek “büyük saldırı” söyleminde son derece önemli bir yer işgal ediyordu. Belki de Hamas'ın merhum lideri Yahya Sinar Aksa Tufanı’nı başlattığında bu saldırının gerçekleşeceğine bahis oynamıştı.

Artık Gazze'de, Lübnan'da, Suriye'de yeni bir gerçeklikle karşı karşıyayız. İsrail'in Lübnan'daki savaşı ve Suriye'deki hava saldırıları, Suriye'de Hizbullah'ı ve İran yanlısı milisleri zayıflattı. Bu gerçeklik, Heyet Tahrir eş-Şam'ın Halep ve ötesine saldırı başlatmasına neden olan faktörler arasında olabilir. Ne Suriye makamları yeni oldu bittiyi kabul edebilir, ne de Rusya bunu kabul edebilir. Türkiye de hareket geçirme, değiştirme ve hatırlatma oyununda fazla ileri gidemez

Suriye bir ada değil. Bölgenin kalbinde ikamet ediyor. İstikrarı istisnasız tüm komşularını ilgilendiriyor. Suriye'nin istikrarı Arapların genel bir talebidir. Irak'ın, Ürdün'ün, Lübnan'ın, Mısır'ın ve Körfez'in talebidir. Geçen on yılda korkunç şeylere tanık olduğumuz Suriye'nin geri dönüşü hiçbir Arap'ın çıkarına değildir. Kendisi ve komşuları için tehlikeli Suriye’nin dönüşü de kimsenin çıkarına değildir. Suriye, yeniden kendi savaşlarının ve başkalarının kendi rolleri için giriştiği savaşların içinde boğulmayı kaldıramaz. Trump dönemine hazırlık olarak girişilen rol ve kart savaşlarını kaldıramaz. Suriye topraklarının bölgesel ve uluslararası güçlere ve onların vekillerine dağıtılması, kaçınılmaz olarak kan göllerini yeniden akıtacak bir formüldür. İran Suriyesi artık mümkün değil. Türkiye Suriyesi de mümkün değil. Rusya Suriyesi ise Ukrayna ateşiyle ve Donald Trump'ı karşılamakla meşgul olan Kremlin'in önceliklerinin ilk maddesi değil gibi görünüyor. Suriye Suriyesinden başka çare yok. Doğal Suriye devletinden başka çare yok. Terör örgütlerini izole eden, oluşumlar ve bölgeler arasındaki köprüleri yeniden kuran siyasi bir çözüm bulunmalıdır. Ülkelerini çevreleyen ülkelere dağılan mültecilerin geri dönüşü için bir umut penceresi açacak ve Arap kucaklamasından faydalanarak yeniden inşa sürecini başlatacak bir çözüm kaçınılmazdır.