Haftalardır tüm Arapların gözleri çoğu zaman mutlu, destekleyen ve hoş karşılayan bir tavırla, bazen de müşfik, şaşkın ve ihtiyatlı bir şekilde Suriye'ye çevrilmiş halde ve bütün bunların güçlü nedenleri var. Uzun süredir çektiği acılardan sonra Suriye halkına yönelik büyük bir sempati, adaletsizliğin ve diktatörlüğün boyunduruğundan kurtulduğu, önünde yeni ufuklar açıldığı için gerçek bir sevinç duyulduğu kesindir. Bunlara, “Arap Baharı” devrimleri ve sonrasında yaşanan deneyimlerde olduğu gibi, Suriye deneyiminin de yarı yolda kalabileceği yönündeki ihtiyat ve endişenin de karışması doğaldır.
Bu devrimlerin sonuçlarına bakan herkes ihtiyatlı olmanın gerekli ve haklı olduğunu görecektir; çünkü deneyimlerin hiçbiri ciddi aksilikler yaşamaktan kaçamadı, bu da bazılarının tamamen ölmesine, bazılarının da sarsılmasına neden oldu. Daha da acı olanı, Arap Baharı devrimlerinin yaşandığı bazı ülkelerin iç savaş, kopuş ve bölünme aşamasına girmesiydi. Şunun ve bunun arasında insanlar bölündü ki burada devrim düşmanlarını değil, devrime umut bağlayanları ama daha sonra onunla ilgili tutumlarında bölünenleri kastediyoruz. İnsanların bir kısmı ciddi aksilikler yaşadılar ve evlerinden de olsa teşvik ederek devrim saflarına katıldıkları için pişmanlıklarını dile getirdiler. Diktatörlük yönetimi altındaki istikrarlı koşullar onlara bu koşullardan daha iyi olabilirmiş gibi geldi. Diğer bir kısım ise aksiliklerin nedenlerinin analiz edilmesiyle ilgilendi ve bunlar da çeşitli yönelim ve eğilimlerdendi.
Arap Baharı deneyimlerinin çoğunda kitle hareketi, halkı rejimi devirme talebi etrafında birleştirmeyi başardı. Daha sonra devrilme aşamasının akabinde ise meydan okumalarla karşılaştı. Ama eli boştu ve meydan okumalarla yüzleşmeye yönelik pratik bir bakış açısına sahip değildi veya aşamanın ve yüzleşmelerin gerektirdiğinden daha güçsüz silahları vardı. Burada silahlar ile kastımız, ülke gerçeklerini, meydan okumaların doğasını okuyabilen, çözüme sağlıklı yaklaşabilen, mevcut imkanlar çerçevesinde gerçekçi ve ulaşılabilir bir eylem programı önerebilen siyasi düşüncedir.
Bazı deneyimlerde parti ve örgütlerin zayıflığı ve rejimlerin şiddeti sonucu uzun süre siyasi sahneden uzak kalmaları nedeniyle kitle hareketi bir siyasi liderlikten yoksun kaldı. Sivil toplum örgütlerinin ve sendikal hareketin yokluğu, ilk andan itibaren zayıflık emarelerini, karşı-devrime ve devrilen rejimin güç merkezlerine karşı ayakta duramamanın işaretlerini ortaya çıkardı. Bu tanım, Tunus ve Sudan gibi ülkelerin deneyimleri için geçerli olmayabilir. Zira ilkinde güçlü ve örgütlü bir sivil toplum ile etkili bir sendikal hareket, önde gelen, yüksek düzeyde eğitimli ve kültürlü bir orta sınıf bulunuyor. Sudan örneğinde diktatörlük rejimlerine direnme konusunda uzun deneyime ve uzmanlığa sahip tarihi partiler, kitle hareketleri ve sendikal örgütler var.
İki örnekte, yani Tunus ve Sudan'da, devrime katkıda bulunan siyasi güçler arasındaki anlaşmazlıkların devrimin temel zayıflığı olduğu ve ona karşı pusuya yatmış güçlerin faydalandığı “Aşil'in topuğu” bulunduğu görülüyor. Sudan örneğinde geçiş aşamasına ortak olan askeri unsur, sivil otoritenin çökmesi ve kendisinin iktidarı tekeline alması için bu otoriteyi sarsan düşmandı ve kitlesel direniş hareketine rağmen bunu başarabildi. Ancak Tunus deneyiminde mesele o kadar da net görünmüyor. Zira ordu tarafsız bir pozisyon benimsedi, ülkede özgür ve açık seçimler aşamasına gelindi ve ardından darbe sivil kesimin içinden geldi.
Dikkate alınması gereken noktalardan biri de bu Arap deneyimlerinin, kendilerine yakın ülkelerin deneyimlerine bakmamaları, ayaklarının altına ya da çok uzaklara bakmakla yetinmeleridir. Bu nedenle bir deneyimden diğerine bazı hatalar olduğu gibi tekrarlandı. Arap ülkelerinden birinin deneyim sürecini takip ederken, geçiş deneyimleri hakkında bilgi almak için Latin Amerika ve Balkan ülkelerine heyetler gönderdiğini okumuştum. İlim Çin veya Latin Amerika’da bile olsa gidip onu almanın yanlış bir tarafı yok, fakat söz konusu ülke uzağa bakarken, kendisine komşu bir ülkenin hatalarının tıpatıp aynısını yaptı ve böylece geçiş aşaması çöktü.
Tüm bu deneyimlerden öğrenilen ders ister uzun ister kısa olsun, geçiş aşaması, ne kadar büyük bir kitlesel güç ya da devrimde büyük pay sahibi olduğunu düşünse de tek bir parti ya da akımın yönetimi tekeline almasının ya da siyasi programını dayatmasının hiçbir koşulda mümkün olmadığı bir aşamadır. Karşılıklı tavizler dışında bu aşama barışçıl bir şekilde geçilemez. Devrilen rejimin partisinin ya da örgütünün geçiş sürecine dahil edilmemesi pek çok deneyimde anlaşılabilir, hatta gerekli bir husustur, ancak diğer herhangi bir siyasi veya sosyal grubun dışlanması sürecin başarısız olması demektir.
Başkalarına tavsiye verecek durumda değiliz ve olumsuz bir deneyimin çocuklarıyız, ancak Suriye'nin bizim hatalarımızdan ve başkalarının hatalarından kaçınmasını umuyoruz. Umarız böyle olur.