Binyamin Netanyahu’nun İsrail’in düşmanı olarak gördükleri ile başa çıkmakta kendine özgü bir yolu var. Ateşkes anlaşmasını zorla kabul etmesi, onun için onları öldürme hakkının dondurulması anlamına gelmiyor. Ateşkesi ihlal ediyor ve ardından düşmanlarını buna kalkışmakla suçluyor. Saldırgan operasyonlarını, karşı tarafın ihlallerine bir yanıt olarak sunuyor. Gazze'de ve Lübnan'da olan da bu. Kesin önceliği “görevi tamamlamak”, yani tehlike merkezlerini ortadan kaldırmak.
7 Ekim 2023 saldırısından sonra İsrailli yetkililerin açıklamalarını takip eden hiç kimse, İsrail'in dün ve öncesinde yaptıklarına şaşırmayacaktır. İsrail'in artık komşu ülkelerin sınırları içinde tehlikelerin büyümesini beklemeyeceğini, onlarla yüzleşmek için de Yahudi devletinin henüz daha başlangıç aşamasında iken tehlikelerle mücadele konusunda inisiyatif alacağını açıkladılar. İsrail, tehlikelerin niteliğini ve büyüklüğünü tek başına değerlendirebilecek kapasitede olduğu temelinde hareket etti. Ayrıca Netanyahu ve üst düzey yardımcıları, ateşkes değil, savaşta kesin bir zafer ve tekrarlanmayacağına dair bir garanti istediklerini vurguladılar. Bu, Gazze'de Hamas'ın ve Lübnan'da Hizbullah'ın silahsızlandırılması anlamına geliyor ki bu da gerçekleşmedi.
İsrailli yetkililer, 7 Ekim saldırısının kendilerine savaşı sonuna kadar sürdürme, yani kesin bir zafer elde etme yetkisi verdiğine inanıyor. Bir veya daha fazla yıl sonra Hamas ile tekrar savaşa girmek istemiyorlar ve aynı şey Hizbullah için de geçerli.
Dün Beyrut'un güney banliyösünü hedef alan saldırı şaşırtıcı değildi. Haberler, İsrail'in Hizbullah ve Lübnan üzerindeki askeri baskısını artırmaya hazırlandığını gösteriyor. İsrail, Hizbullah'ın gücünü yeniden inşa etme girişimlerini, ateşkesin ihlali ve onun gözünde örgütün oluşturduğu tehdit kaynağının yeniden onarılması olarak değerlendiriyor. İki gün önce bir ABD’li yetkili, Hizbullah'ın güçlerini ve kapasitesini yeniden güçlendirmeye başladığına dair bilgiler olduğundan bahsettiğinde, İsrail'in gerilimi tırmandırmasının an meselesi olduğu aşikar hale gelmişti.
Haftalardır Lübnan'ın üzerinde savaş tehdidi dolaşıyor. Lübnanlı yetkililer, ABD'yi “silahları meşru güvenlik güçlerinin elinde toplama” kararını uygulamak için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarına ikna edemedi. Bu arada, Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, örgütün silahlarını teslim etme niyetinde olmadığını açıkça belirtti. Kasım ayrıca, silahların geleceğiyle ilgili herhangi bir müzakereden önce, İsrail'in Lübnan topraklarından tamamen çekilmesi ve elindeki tüm esirlerin iade edilmesi gerektiğini belirtti. Lübnan’ın kendi şartlarına göre müzakere etmesi ve kendisine dışarıdan şartların dayatılmaması gerektiğini de ifade etti. Böylece Lübnan, İsrail saldırganlığını caydırmak için kendisine bir Amerikan şemsiyesi sağlayamadı.
İsrail'in Lübnan'a karşı gerginliği tırmandırma ihtimali yönündeki söylentiler, İsrail ve İran'ın yeni bir çatışma turuna hazırlandığına dair artan söylentilerle eş zamanlı olarak geldi. Tahran, çatışmanın yeniden başlaması halinde İsrail'e daha büyük bir yıkım yaşatacağına söz verdi. İsrail, İran'ı önceki turda aldığı darbelerden daha da acı verici darbeler indirmekle tehdit etti.
İsrail saldırıları son aylarda hız kesmeden devam etti. İsrail, saldırılarını Hizbullah'ın kapasitesini yeniden inşa etmesini engellemek olarak nitelendiriyor. Ancak dünkü hava saldırısı, ateşkes ve saldırgan eylemlerin durdurulması anlaşmasından bu yana en tehlikelisi olarak değerlendirildi. Tehlikesi, Beyrut'un güney banliyösüne yönelik saldırıların yeniden başlamasında yatıyor. Beyrut'un güney banliyösü, Hizbullah'ın kalesi konumunda ve savaş sırasında iki genel sekreter ve askeri kanat lideri Fuad Şükür de dahil olmak üzere birçok üst düzey askeri komutanın öldürülmesine tanık oldu.
Dahası dünkü saldırı, Hizbullah Genel Sekreteri'nin “askeri danışmanı” ve fiilen Hizbullah’ın Genelkurmay Başkanı olan Heysem el- Tabatabai’yi hedef aldı. Bu, adı hem İsrail hem de ABD'nin arananlar listesinde bulunan Hizbullah’ın “ikinci komutanı”nı hedef almak anlamına geliyor. Son zamanlarda Tabatabai'nin rolleri Lübnan arenasının ötesine geçerek Yemen ve Suriye'yi de kapsamıştı.
İsrail'in Beyrut'un güney banliyösüne düzenlediği saldırı, Hizbullah'ı çok zor bir duruma soktu. Bu büyüklükte bir saldırıya yanıt verilmemesi, özellikle Suriye'deki nüfuzunu ve İran ile arasındaki füze koridorunu kaybetmesinin ve teknolojik açığın ve sızmaların boyutunun ortaya çıkmasının ardından, yeni güç dengesinin Hizbullah'ı İsrail ile savaşa girmekten alıkoyduğu izlenimini güçlendirecek. Ayrıca, bazı muhaliflerinin, Hizbullah’ın silahının iddia ettiği gibi Lübnan için bir güç değil, zayıflık haline geldiği izlenimini de güçlendirecek.
Bir yanıt vermesi, Hizbullah'ı, İsrail'in gücünü yeniden inşa etmeyi tamamlamadan önce patlak vermesini istediği bir çatışmaya sürükleyebilir. O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Savaş çıkarsa İran ne sunabilir ve katılmaya hazır mı? Elbette buna, İsrail'in İran ile yeni bir çatışma turundan önce Hizbullah'a kesin bir darbe indirmeyi gerekli görüp görmediği sorusu da eşlik ediyor. Bunun yanı sıra, Hizbullah Lübnanlıların çoğunluğunun savaşa geri dönmeye karşı olduğunun da farkında.
Bazıları, Tahran'ın Hizbullah'ın cephaneliğinin geleceğini müzakere etmek için önemli bir kanal olduğuna inanıyor. Peki, Hizbullah’ın cephaneliği, kendi cephaneliği konusunda Batı ile anlaşmazlık içinde olan İran ile nasıl müzakere edilebilir? Elbette, Lübnan'da gerçek bir çözüm, Lübnan devletinin herhangi bir ortak olmaksızın savaş ve barış kararları üzerinde tek başına kontrolü yeniden ele almasına bağlı. Ancak ne Hizbullah ne de Tahran’ın koşulları bunun için olgun görünmüyor ve bu nedenle Hizbullah zor bir durumda görünüyor. İsrail ile yüzleşme kararı, kayıplarını derinleştirebilir. Tabatabai'nin hedef alınması konusunda sessiz kalma kararı ise Hizbullah’ın üzerindeki bölgede meydana gelen büyük değişimleri kabul etmesi ve askeri rolünden vazgeçmesi yönündeki baskıyı daha da artıracaktır.
Lübnan devleti de zor durumda. İsrail saldırılarına karşı koyamıyor. Trump yönetiminin Lübnan'ı korumak için koyduğu koşulları da yerine getiremiyor, bu koşulların en önemlisi “silahların devletin elinde toplanması”. Lübnan, savaş kokusu altında daha fazla yaşayamaz. İçinde bulunduğu durum acı verici, bölünmüşlükleri derin ve dünya, karar alamayan ve zayıflamış bağışıklık sistemiyle boğuşan, kendi başına iyileşemeyen ve uluslararası tedavileri kabul etmek istemeyen bir hastadan gerçekten bıkmış durumda.