Sosyal medya ve mobil teknoloji dünyasının gerçek bir ilerlemeye işaret ettiğini düşünenler olabilir ve bu kısmen doğru olabilir; ancak bu tüm toplumlar için geçerli değil. Arap toplumlarında bütünleşik temeller üzerine kurulu kümülatif ilerleme eksikliği nedeniyle teknoloji engelleyici bir faktör olabilir. Teknolojinin yeterli olgunlaşma aşamalarından geçmediği Arap dünyamızda, hiçbir temeli olmayan, hızlı sıçramalar yaşıyoruz ve bu geri kalmışlığın yenilenmesine yol açıyor.
Bu noktayı açıklamak için Arap dünyasında kültür ve medyanın izlediği yolu ele almalıyız. Arap dünyasında yaşanan medyatik ve kültürel dönüşümlere rağmen, Arap toplumlarının çoğu gelişmenin herhangi bir aşamasında gerçek bir olgunlaşmaya sahne olmadılar. Aksine, daha öncekileri kavrayamazken, yeni teknolojileri ortaya çıkaran hızlı değişimlerden geçtiler. Bu da sağlam bir bilişsel temel oluşturmayan, aksine bilişsel yapının çökmesine yol açan bir tür “sıçrama” yaratıyor.
Geçmişte Arap toplumlarında bilgi aktarımı halk hikâyeleri, şiirler, dini vaazlar gibi sözlü yollarla gerçekleşirdi. Konuşulan söz, bilinçlenmenin birincil aracı ve kültürel ve dinsel değerlerin taşıyıcısıydı. Bu bağlamda, tevatür esasına dayanan hadis gibi haberin doğruluğunu teyit etmeyi gerektiren sıkı bir sistem vardı. Bu sistem, haberin birden fazla kaynağa dayanmasını gerektiren modern gazetecilik tarzına benziyordu. Bu yöntemler gerçeklik dünyasının inşasının bir parçasıydı.
19’uncu yüzyılın başlarında matbaanın girişiyle sözlü iletişim araçları geriledi ve basılı yazı, bilgi aktarımının temel aracı haline geldi. Matbaa, bilginin aktarımı için bir platform sunsa da bu platform yalnızca siyasal ve kültürel elitlerle sınırlıydı. Daha sonra 20’inci yüzyılın ortalarında radyonun icadıyla sözlü iletişim dönemine geri dönüldü ama bu kolektif bir iletişimdi. Ses her eve girdi ama bilgiyi alırken eleştirel düşünme kültürü yaratmadı. Daha çok bir eğlence ve siyasi propaganda aracı oldu.
1970'li ve 1980'li yıllarda televizyon öne çıktı ve sese görüntü de eklendi, ancak televizyon da eğitim aracı olmaktan ziyade siyasi propaganda aracı olarak kaldı. 1990'lı yıllarda bilgisayarların gelişiyle metinler görsellerle bütünleştirildi, ancak bu durum hazır olmayan bir eğitim ve kültür düzeyiyle karşılaştı ve bu nedenle sınırlı bir bireysel araç olarak kaldı. Milenyumun ilk on yılının ortasında ortaya çıkan sosyal medya, bilginin hızı ve çeşitliliğinde büyük bir devrime yol açtı. Ancak bu bilgi, editoryal kapılardan yoksun, gerçekliği doğrulanmadan yayıldığı için gerçekler, görüşler, imgeler, duyumsal dünya ve hisler karşısında geriledi.
Bu nedenle, akademik anlamda kavramın ortaya çıkışı çok daha eskilere dayansa da post-truth terimi popülerlik kazandı. 2016'dan sonra İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma referandumu ve Donald Trump'ın ABD başkanı seçilmesi gibi farklı bağlamlarda daha yaygın hale geldi. Zira Trump editoryal standartlara ve bilginin kontrolüne bağlı kalan geleneksel medya kuruluşlarına karşı sert bir kampanya başlattı. Post-truth bir dünyada kamuoyu kişisel önyargıların ve duyguların esiri haline geldi ve nesnel gerçeklerin dünyasından çok uzaklaştık.
Arap dünyası olarak post-truth çağına fiilen 2016 öncesinde girdik, çünkü gerçeğin yapısı henüz içimizde kök salmamıştı. Güçlü araştırmacı kurumlar ve eleştirel bir medya kültürü oluşmadı, fikir ile haber, bilgi ile söylentiyi ayırma becerisi zayıfladı, ekranlarda yalan bilgi yayıldı.
Bu bağlamda bir astrologun televizyon röportajında söylediği bir yorum gerçekleştiğinde tüm dünya ona inanmaya başlıyor. Bir bilim adamı bir kez hata yaptığında ise tüm bilimsel başarıları unutuluyor. Bir astrolog yüz kerede bir doğru yorumda bulunduğunda, artık bütün yalanları doğru sayılıyor, bir bilim adamı yüz kerede bir hata yaptığında, aslında doğru olan bilgisinin yüzde 99'una olan güven sarsılıyor ve yalancılıkla suçlanıyor.
Bizdeki geri kalmışlığın yenilenmesi bu bozucu güçlerin kurbanı oldu. Bozucu güçler (disruptive forces) kavramı 1990’larda ortaya çıktı. Özetle, internet ve akıllı telefonlar gibi yeniliklerin eski sistemleri yıktığı ve bunların yerine daha çevik ve etkili olanları koyduğu anlamını içeriyor. Zamanla bu kavram ekonomi, siyaset, medya gibi diğer alanları da içine almaya başladı. Medya alanında sosyal medya en büyük bozucu güçtü, zira medya endüstrisini, katı standartlara sahip geleneksel kurumların elinden alıp post-truth kurumların, profesyonellikten uzak, katı standartlara sahip olmayan kişiler tarafından kontrol edilen YouTube, Facebook ve X sayfalarının eline verdi.
Arap dünyasında teknolojik sıçramalar güçlü bir bilgi altyapısının veya bilgi doğrulama kültürünün oluşmasına katkıda bulunmadı. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte dedikodu dünyasına adım attık; orada söylentiler gerçeklerden daha hızlı yayılıyor.
Algoritmalar ve kuantum bilgisayar bu değişimde önemli rol oynadılar, zira daha doğru veya bilişsel olarak yararlı içerikler yerine tepki uyandıran ve duyguları körükleyen içerikleri ön plana çıkarıyorlar. Böylece kırılgan bir bilgi ortamından daha da kırılgan bir ortama doğru hızla ilerledik; gerçeğin fikirle, bilginin propagandayla, haberin söylentiyle harmanlandığı bir dünyaya ulaştık.
Arap dünyası bugün iki büyük gücün kurbanı; post-truth dünya ve ilerleme gibi görünen ama aslında pırıltılı bir geri kalmışlık olan bozucu teknolojik güçler dünyası. Kanadalı medya bilimci McLuhan'ın sözü hâlâ geçerliliğini koruyor: “Araç mesajdır.” En son teknolojiye sahip olmanız önemli değil, önemli olan onunla ne söylediğiniz ne yazdığınız veya ne yayınladığınızdır. Biz gerçek araçlara ve bizi post-truth dünyadan gerçeklerin dünyasına taşıyacak katı standartlara son derece ihtiyaç duyan içeriklere sahibiz ve olgunlaşana kadar bir süre bu dünyada kalmamız daha iyi olabilir.