Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Müslüman Kardeşler ve direniş ekseni yıkımda ortak

ABD Başkanı Donald Trump, Mısır, Ürdün ve Lübnan'daki Müslüman Kardeşler yapılanmalarını terör örgütü olarak tasnif eden bir başkanlık kararnamesi imzalayarak, Batı başkentlerinin onlarca yıldır kapatmaktan kaçındığı bir dönemi kapatmış oldu. Ana hareketi resmi olarak silahlı yapılanmalar ile ilişkilendiren bu karar, bölgenin bildiği ve dünyaya anlattığı bir gerçeğin gecikmiş kabulünden başka bir şey değil. O gerçek de şu; Müslüman Kardeşler, resmi Arap rejimleri tarafından yanlış anlaşılan bir reform hareketi değil, aksine, diğer müttefikleriyle birlikte, hayatta kalma stratejisi olarak kaosa yatırım yapan ve Arap ve İslam dünyasındaki ulus-devletlerin temellerini tehdit eden enternasyonalist bir sistemdir.

Trump'ın kararının en önemli yönü, Gazze savaşı depreminin ikinci yıl dönümü ve Aksa Tufanı'nın tüm bölge üzerindeki derin etkilerinin, özellikle de ABD yönetiminin canlandırmaya çalıştığı kapsamlı bir barış olasılığını zayıflatması açısından, ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk gelmesidir.

Akademisyenler ve tarihçiler, 7 Ekim 2023 saldırısını düzenleyenlerin, “direniş ekseni” olarak adlandırılan yapının varlığını tehdit eden bölgesel barış sürecini rayından çıkarmak için direniş ve Filistin hakları söylemini mi kullandıkları, yoksa yaşananların hem bir Filistin devleti hem de kapsamlı bir barış olasılığını yok eden stratejik bir hata mı olduğu konusunda fikir ayrılığına düşecekler.

Ancak kesin olan şu ki, 7 Ekim 2023'ten birkaç hafta önceki siyasi iklim, bölgede barış girişimlerine, ekonomik normalleşme stratejilerine ve İsrail Arap bölgesi, Avrupa ve Hindistan arasındaki ulaşım bağlantıları da dahil olmak üzere altyapıda entegrasyon projelerine elverişliydi.

Suudi Arabistan ikili bir anlaşmadan bahsetmiyordu; aksine, tüm Ortadoğu'yu ekonomi, kalkınma ve ortak çıkarlar temelinde yeniden şekillendirecek siyasi ve ekonomik bir dönüm noktası oluşturmakla, ideolojiyi yumuşatarak Filistin davasına nihai çözüme giden güvenilir bir diplomatik süreç sağlamakla ve sürekli bir seferberlik için yakıt olarak kullanılmasını bitirmekle ilgileniyordu.

Şimdi karşımızdaki sonuç, bir sonraki duyuruya kadar, Tufan’ın tüm bu umutları boğmuş olduğudur. Riyad'ın tutumu değişmedi: İsrail ile barış, Filistin devletine giden açık ve net bir sürece bağlıdır. Washington'da Prens Muhammed bin Selman'ın söyledikleri, Suudi Arabistan halkının bu konudaki duruşunu çok ciddiye aldığını ifade etmesi yeni bir şey değil. Değişen, bir zamanlar ulaşılabilir olan normalleşmenin artık çok uzakta olması. Bölge liderleri artık barışı sağlamak için değil, Müslüman Kardeşler'in yıkıcı güçlerinin ve İran Devrim Muhafızları tarafından desteklenen silahlı örgütlerin Filistin meselesini yeniden bir çatışma, seferberlik ve kışkırtma döngüsüne sürüklemesini engellemek için çabalıyorlar.

Hamas'ın bağımsız bir Filistinli örgüt değil, Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu ve hareket ile Tahran rejimi arasındaki en önemli yakınlaşma noktası olduğunu unutmayalım. Bu bilinen gerçek, özellikle İsrail vahşetinin düzeyinin gerektirdiği analitik ihtiyat ışığında, yaşananları yorumlarken nadiren kullanılıyor.

Failleri bunu kastediyor olsun ya da olmasın, Aksa Tufanı yalnızca İsrail'i hedef almadı; başarısı, siyasi İslam'ı hem bir söylem hem de bir araç olarak geçersiz kılacak bölgesel sürece ağır darbeler indirdi.

Filistin davasını canlandırma bahanesiyle, Tufan’ın mimarları, Müslüman Kardeşler'in beslendiği iklimi, yani hayal kırıklığı ve mağduriyet iklimini yeniden canlandırdılar. Öfkeyi istismar ettiler, çaresizlik duygularını körüklediler ve tüm bunları klasik düşmanları olan Arap ulus-devletine karşı siyasi intikam platformlarına dönüştürdüler. Onlar için Filistin davası kendi başına bir amaç değil; aksine, vatandaşlar ile devletleri arasındaki ilişkiyi yıkmak ve her hükümeti vatana ihanetle suçlanan taraf olarak damgalamak için bir araçtır.

Ürdün'de yaşananlar bunun en açık ve en tehlikeli örneğini sunuyor olabilir. Gazze adına yapılan protestolar, Müslüman Kardeşler'in stratejisinin özünü açıkça ortaya koyan bir ifadeyle, hızla İslami Hareket Cephesi'nin rejim karşıtı çağrılarına dönüştü. Bu strateji; her dış krizi iç istikrarı baltalamak için bir araca dönüştürmektir.

Ürdün, 2025'in başlarında, Lübnan'da eğitilip finanse edilen Müslüman Kardeşler bağlantılı hücreler ortaya çıkardı. Bu hücreler, Gazze'yi destekleme bahanesiyle İsrail sınırları içinde değil, Ürdün Krallığı sınırları içindeki hedefleri vurmak için füze ve insansız hava araçları üretirken ve patlayıcı stoklarken yakalandı.

Gazze'ye insani destek sağlamalarına rağmen diğer Arap devletleri de Müslüman Kardeşler'in kendilerine yönelik kışkırtma girişimlerinden kurtulamadı. Gazze'yi besleyenler artık halkına ihanetle suçlanırken, Gazze'yi aç bırakanlar ise davanın savunucuları olarak gösteriliyor.

Burada bir yanlış anlama gibi görünen, aslında tutarlı bir mantıktır. Müslüman Kardeşler, Filistinlileri kurtarmayı amaçlamıyor; aksine, onları projeleri için yakıt olarak kullanarak faydalanıyor.

Dolayısıyla Trump'ın kararı, bu bağlamda, münferit bir Amerikan olayı değil; Müslüman Kardeşler'in bölgenin yeniden yapılandırılmasının önünde yapısal bir engel olduğunun kabulüdür. Bu ikilem, Müslüman Kardeşlerle mezhepsel farklılıklarına rağmen ortak bir düşmana, istikrarlı Arap ulus-devletine karşı hayatta kalma mücadelesi veren direniş ekseni arasındaki yakınlaşma gölgesinde daha da çözümsüz bir hal alıyor.