Gazze'deki savaş bir gün bitecek ve sonuçları ne olursa olsun sadece bitmesi bile, Filistinlileri ve davalarını askeri açıdan zayıf taraf oldukları bir konumdan, İsrail'in politik açıdan zayıf olduğu bir konuma taşıyacaktır.
Özellikle Batı ülkeleri ve dünyanın diğer ülkelerinde öncülleri ortaya çıkmaya başlayan bu gelişme, İsrail'in ister zalim ister mazlum olsun, Batı’nın tamamının kendisi için sıcak, güvenli bir liman olduğu tarihi boyunca eşi benzeri görülmemiş bir izolasyona uğraması nedeniyle hissettiği kaygının temel nedenlerinden biri.
İsrail'in yaklaşan New York konferansının taşıdığı önem konusundaki kaygısı, siyasi liderliğinin tedirgin olmasına ve karar alma süreçlerinde dengesini kaybetmesine yol açtı. Arap bakanlar heyetinin Ramallah'ı ziyaret etmesinin engellenmesi kararı da bunlardan biri. Oysa heyet sadece katılımcı ülkeleri değil, tüm Arapları ve Müslümanları temsil ediyor ve böyle bir karar, normalleşmeden söz edildiği bir zamanda geldiği için olumsuz etkisi kat kat oldu ve normalleşme konusunda herhangi bir ilerlemeye kapıyı kapattı.
Başbakan'dan Dışişleri ve Savunma Bakanlarına kadar siyasi liderlerin konuyla ilgili yaptığı açıklamalara bakılırsa, bunları çılgınca diye tanımlamak abartılı olmaz. Dahası bu çılgın açıklamalar yalnızca Filistinlilere ve Araplara karşı değildi, Fransa ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un kendisine, İngiltere’ye bile uzandı ve uyarı, tehdit seviyesine ulaştı.
Katılımcıların yoğunluğu ve niteliği açısından yaklaşan New York konferansı, uluslararası düzeyde kabul gören iki devletli çözümü sloganlar ve talepler hanesinden uygulama hanesine taşımaya yönelik pratik ve büyük adımları bünyesinde barındırıyor.
İsrail'i daha da endişelendiren, Filistin devletinin hem şu ana kadar elde ettiği hem de vaat edilen tanımalardır. Bu, İbrani devletini, gelişmelerini engelleyemediği veya sınırlayamadığı bir gerçekle karşı karşıya getirecek. Filistin devletinin önceden tanınması konusunda, tek taraflı tanımayı reddetme söylemine dayanan Amerikan çekincelerinin görülmesine rağmen, İsraillilerin Amerikan pozisyonunun kararlılığı konusundaki şüpheleri, her geçen gün artıyor. Özellikle de İsrail'in Trump’ın Suudi Arabistan, Katar ve BAE'ye yaptığı son ziyaret turundan dışlanılması, İsrail ile herhangi bir istişare veya anlaşma olmaksızın Husilerle bir anlaşmaya varılması, ayrıca İsrail'in İran dosyasında eski ve yenilenen şekilde ikinci plana itilmesi gibi İsrail'in Amerikan hesaplarındaki konumunun gerileyişine dair bir dizi yeni göstergeden sonra.
Tüm bunlara İsrail'de, mantıksal denklem temelinde haklı bir endişe ve korkuyla bakılıyor. Bu denkleme göre, Filistin devletinin kurulmasıyla ilgili büyüyen küresel pozisyonun etkisi ile ortaya çıkan bu göstergelerin, Filistin meselesinde de benzerlerinin ortaya çıkmasını engelleyen hiçbir şey yok.
Bazı yerlerde sakinleşen ancak ana merkez üssü Gazze'de tırmanan yedi cepheli savaş, gerçekten de her aşamasında ama özellikle de Başkan Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelmesiyle başlayan son aşamasında, İsrail yanlısı bir Amerikan tutumu ortaya koydu. Ne var ki, İsrail’in endişeleri ne Gazze ve ona karşı yürütülen savaş ne de İsrail'in askeri çabalarının devam ettiği Suriye ve Lübnan'da istediğini yapması konusunda serbest bırakılmasıyla ilgili değil. Daha ziyade, bundan sonra ne olacağıyla ilgili endişelerdir ve bunlar iki yönde gerçektir.
Birincisi, Gazze'deki savaşın durarak sonuçlanmasından sonraki gün, patlama olasılığı olan İsrail'deki iç durum.
İkincisi, dünyanın Filistin sorununu kökten çözmeye odaklanması, uluslararası alanda Filistin devletinin kurulmasının kaçınılmazlığı konusunda varılan fikir birliği nedeniyle, Amerikan tutumunun değişmeyeceğinin artık bir garantisinin olmaması.
Eski ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'in, İsrail'in Gazze'ye yönelik kara saldırısının ilk günlerinde yaptığı açıklamayı her zaman hatırlamakta fayda var. Austin, İsrailli karar vericilere hitaben: “Bu saldırıdan taktiksel olarak kazanç elde edeceksiniz, ancak stratejik olarak kaybedeceksiniz” demişti.
Austin'in kastettiği Filistinliler ile davalarının, İsrail'in kendilerine karşı askeri üstünlüğe sahip olduğu bir konumdan, dünyanın İsrail'e karşı siyasi üstünlüğe sahip olduğu bir konuma geçecekleri idi. New York konferansı ve etkileşimleri de asıl bunu içeriyor görünüyor.
Konferansın stratejik önemi, İsrail'in karşı hamlesiyle dengelenmeli. Burada çabalar, New York konferansının bölgedeki savaşları sona erdirme sözünü yerine getirme fırsatını temsil ettiğini düşünen Başkan Trump'a yöneltilmeli. Bu, mekanik veya sezgisel biçimde değil, Başkan Trump'ın New York konferansını değerlendirilmeye değer bir fırsat olarak gören görüşünü pekiştirecek doğrudan ve sürekli çabalarla başarılacaktır.