İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, Lübnanlı yetkililere, niyetleri ve hedefleri bilinmeyen bir ziyaret için Lübnan’a geleceğini bildirdi. Arakçi elbette üç başkanla görüştü, ancak İranlı yetkililerin son 30 yıldır veya daha uzun süredir Lübnan'a yaptığı ziyaretlerin en önemli yanı, Lübnan devletine değil, aslında Hizbullah ve yetkililerine yönelik ziyaretler olmaları. Esed Suriyesi’nin ziyaretleri de Lübnanlı yetkililerden önce Hizbullah’a yönelikti ve yine Lübnan ziyaretleri yalnızca Hasan Nasrallah ile görüşmek için tasarlanmış olurdu.
Birçok değişiklik oldu ama silahlı Hizbullah halen varlığını sürdürüyor ve İran'a olan sadakati de devam ediyor. Son haftalarda, İsrailliler de kararın şartlarını yerine getirmediği sürece -ki şu ana kadar bunu yapmadılar- BM’nin 1701 sayılı kararı uyarınca silahını teslim etmeme konusunda Lübnanlı yetkililerle tartışıyor. İranlılara gelince, açıklamalarına bakılırsa BM kararıyla değil, tam aksine, İsrail'e karşı direnişin devam etmesiyle ilgileniyorlar. Hizbullah ve direnişine muhalif olanlarsa, Hizbullah’ın beli onarılamaz bir şekilde kırıldığı için bunun artık işe yaramadığını savunuyor. Dahası hem İsrail hem de ABD sadece Hizbullah onlara karşı harekete geçerse değil, aynı zamanda silahları Hermel'in dış mahallelerinde kaldığı sürece, Lübnan'ı her gün savaşla tehdit ediyorlar.
Arakçi neden geliyor? ABD ile nükleer görüşmeler iyi gitmiyor, gerginlik artıyor ve İsrail ile İran kesintisiz bir şekilde karşılıklı tehditlerde bulunuyorlar. İranlılar, İsrail ile birbirlerine karşılıklı saldırılarda bulunurlarsa tekrar Hizbullah’ın silahlarına ihtiyaç duyarlar mı? Yüksek Şii aklı hem Lübnan hem de İran’a yönelik yıkıcı bir savaştan korkmuyor mu?
Hizbullah, kuruluşundan itibaren İran ve Suriye'ye hizmet eden silahlı bir örgüt. Ancak aynı zamanda Lübnan sistemi içinde Şiilerin çıkarlarını koruma iddiasında da bulunmaya başladı. Nitekim tüm kurumlarda ve hem dışında hem de üzerinde ayrıcalıklar elde ettiler. Dolayısıyla İran ile bağlantıya ilave olarak, devletin içinde silahlı bir şantaj da var. Devlet içindeki silahlı örgütler ister savaşta ister barışta olsun, hepsi kötüdür. Lübnan rejimi uzun bir süredir Hizbullah'a “Silahları ve ana unsurları orduya entegre etmeye yönelik savunma stratejisi” adını verdiği bir plan sunuyordu. Ancak Hizbullah bunu hep ya reddetti ya da kaçındı. Sorun artık sadece Lübnan rejiminin Hizbullah üzerindeki baskısı değil, aynı zamanda ABD ve Güney Lübnan ile ötesinde her gün hava saldırısı yapmaya ve öldürmeye devam eden İsrail'in baskısı da var.
Suriye'de de yabancı orduların yanı sıra büyük bir milis gruplar sorunu var. Örgütlerin sayısı eskiden onlarcaydı ancak artık yeni rejimin yanında olanlar, ona karşı olanlar ve sahadaki ordularla bağlantılı olanlarla sınırlılar. Rejimin, Amerikalılar tarafından da onaylanan ve sadık milis grupları yabancı veya aşırılıkçı olsalar bile yeni ulusal orduya entegre etmeyi öngören bir planı bulunuyor. Geriye Kürt militanlar kalıyor ve sayıları çok, kimisi Suriyeli iken kimisi de Türkiye'den gelmiş. Dahası ABD ordusuyla bağlantılı militanlar ile Türk ordusuyla bağlantılı militanlar da var. Bu kişiler -DEAŞ kalıntılarının aksine- baskılara dayanamayabilirler, fakat silah taşımaya ve bundan para kazanmaya dönebilecekleri için görev zor olmaya devam ediyor. Ancak Araplar, Türkler ve Amerikalılar oybirliğiyle yeni rejimi desteklerse, tek bir ordu kurma girişimleri başarılı olabilir ama yine de kuruluşu yıllar alacaktır. Nitekim Irak, İran yanlısı Şii milisleri ordusuna katmak için beş yıldan fazla bir süredir çabalıyor. Onlara maaş bağladı, liderlerini rejime entegre etti ve bu da entegrasyonu mümkün kıldı. Bu milisler yalnızca maaş almıyor, ayrıca yine mali kazanç için ülkedeki bazı alanları ve tesisleri kontrol ediyorlar. Peki, Irak devleti nasıl bir kurtuluş arıyor?
Libya'ya bakalım, batısına ve merkezine yayılmış onlarca milis grup var ve bunlar devrimin hedeflerine ulaşması için kurulduklarını iddia ediyorlar. Durumları Irak milislerininkine benziyor; maaş alıyorlar ve ayrıca çeşitli yabancı güvenlik ve siyasi oluşumlarla bağlantıları var. Ama bir ay bile geçmeden aralarında kaynaklar, bölgeler ve petrol kuyularına kimin daha yakın olacağı konusunda çekişiyorlar. Bu milisleri kim silahsızlandıracak? Batı Libya'da kimse bundan bahsetmeye cesaret edemiyor; bunu konuşanlar uluslararası toplum ve batının doğu Libya'daki düşmanları. Bir çıkış yolu var mı? Konsensüs dışında şanslar çok düşük ve konsensüs de batının doğu ile iktidar ve kaynaklar konusunda verdiği mücadele nedeniyle gerçekleşmeyecek.
Yemen ve Sudan’da ise Arapların bugününe ve geleceğine bahis oynanıyor. Yemen'de meşru bir devlet ile Husi milislerinin başkenti ve kuzey kıyılarını kontrol eden devleti var. Sudan'da ordu ile Darfur bölgesini ve çevresini kontrol eden Hızlı Destek Kuvvetleri milisleri arasında zorlu bir savaş yaşanıyor.
Silahlı örgütler, iddiaları olsun ya da olmasın, kontrol etmek ve devam etmek için otoriteye karşı savaşma eğilimi ve hayatta kalma gücü sergiliyorlar. Ancak sebepleri ne olursa olsun milis gruplar ile devlet birlikte olamaz.
Toplumlar kargaşa içindeyse devleti geri kazanmak ve çıkış yolları ne kadar zordur.