ABD Başkanı Donald Trump'ın İran ile ateşkes anlaşmasıyla artık ilgilenmediğini duyurması ve “kayıtsız şartsız teslim” talep etmeye geçiş yapmasıyla, İran ile savaş daha tehlikeli bir aşamaya giriyor ve bölgede, dünyada büyük değişimlerin habercisi oluyor.
Trump, hedefin artık gerginliği azaltmak değil, “daha büyük bir şey” olduğunu açıkça belirtti ve İran Dini Lideri Ali Hamaney'e örtülü bir tehdit savurdu. Onun yerini “kesinlikle” bildiklerini ancak “şu anda” onu hedef alma niyetinde olmadıklarını söyledi. Washington'un esas olarak talepleri, nükleer programın durdurulması, uranyum zenginleştirme programının tamamen sona erdirilmesi, Tahran'ın balistik füze programı ve bölgedeki vekillerine verdiği desteğe yönelik katı kısıtlamalar getirilmesi. Rejim değişikliği konusuna gelince, şu anda Tahran'a yönelik baskıyı artırmak için yapılan açıklamaların ötesine geçmiyor gibi görünüyor.
Trump'ın son pozisyonu artık iyi bilinen yaklaşımıyla tutarlı; önemli tavizler elde etmek için tehdit ve açıklamaların dozunu yükseltmek. Kongre'de Tahran'ın nükleer silaha sahip olmaya yakın olmadığını ve şu anda buna yönelik çalışmaları olmadığını ifade eden Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard'ın değerlendirmesini, bu bağlamda alenen reddetti. Aynı zamanda, ABD’nin kuvvetlerini ve yakıt ikmal uçaklarını bölgeye yeniden konuşlandırması, doğrudan bir çatışmaya ve İran'ın nükleer programına yıkıcı bir darbe indirmek için sığınak delici bombalar kullanmaya hazır olduğunu gösterdi.
Bu yaklaşımın tehlikesi, İran'a savaşmaktan veya çökmekten başka seçenek bırakmamasıdır. İranlı liderler her zaman “sıfır zenginleştirme” talebini reddettiler, nükleer ve füze hedeflerinden vazgeçerse rejime bir daha saldırılmayacağına dair hiçbir Amerikan veya İsrail vaadine güvenmiyorlar. Dini Lider Ali Hamaney dün ülkesinin “teslim olmayacağını” ve herhangi bir Amerikan askeri müdahalesinin geri döndürülemez sonuçlara yol açacağını deklare etti. İran rejimi, teslim olma riskinin, uzun süreli bir savaş yürütmenin maliyetinden çok daha ağır bastığına inanıyor.
İran ile zenginleştirme faaliyetlerini durdurmaya dayalı “yüzyılın anlaşması” biçiminde bir uzlaşma olasılığı tamamen göz ardı edilemez ama bu olasılık artık zayıf görünüyor ve bu da gerilimin tırmanması olasılığının önünü daha da açıyor.
Bölgesel olarak, savaşın genişlemesi büyük ve hayati çıkarları tehdit edecek ve İran'ı bölgedeki ABD güçlerini hedef alarak ve hatta Hürmüz Boğazı'nı kapatarak küresel bir enerji krizine yol açma şeklinde karşılık vermeye sevk edebilir.
Yansımalar kesinlikle bölgenin ötesine de uzanıyor ve tüm dünya, özellikle bu çatışmayı hem bir meydan okuma hem de bir fırsat olarak gören Çin ve Rusya başta olmak üzere gelişmeleri yakından izliyor.
Moskova, Suriye'de Esed rejiminin devrilmesinden sonra bir diğer önemli müttefikini kaybetme olasılığından endişe ediyor. Bununla birlikte, savaşı Tahran'a daha fazla silah ihraç ederek ve karşılığında ucuz petrol ve insansız hava araçları alarak jeopolitik genişleme için bir fırsat olarak görebilir. Keza İran'ın petrol ihracatının çöküşünden yararlanarak Çin ve Hindistan'ın en önemli tedarikçisi haline gelebilir.
Pekin'e gelince, en büyük korkusu petrol tedarikinde bir kesinti yaşanması, çünkü petrol ihtiyacının yüzde 30-40'ını bölgeden ithal ediyor. Hürmüz Boğazı'ndaki herhangi bir yüksek tansiyon ekonomisine ve sanayi üretimine darbe vuracak ve enflasyonu körükleyecektir.
Bundan kaçınmak için Çin, Rusya’dan petrol ithalatını artırabilir, stratejik rezervlerini kullanabilir ve hatta İran petrolünü düşük fiyatlarla “gizliden” satın alarak enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesini hızlandırabilir.
Buna karşılık, ABD güçleri Körfez ve Ortadoğu'da ne kadar uzun süre kalırsa, Pekin'in Washington ile ticari ve stratejik savaşında o kadar fazla hareket alanı olur. Ayrıca, kendisini bir barış arabulucusu olarak sunabilir ve bölgesel etkisini artırabilir.
Trump’a gelince, onlar için savaşa girme riskini aldığı hedeflerini gerçekleştirirse, istediği gibi, güç ve baskı yoluyla istediğini elde eden güçlü lider imajını güçlendirecektir. Aynı zamanda, İran'ın Rusya'nın ve bir dereceye kadar Çin'in bölgedeki ittifaklarının temel taşı olduğu gerçeğine dayanarak, Amerikan karşıtı ekseni zayıflatacaktır.
Ancak savaş uzarsa veya öngörülemeyen bir huzursuzluk ve kaos yaşanırsa, dünya için riskler kazançlardan daha büyük olmaya devam edecektir. Bildiğimiz şekliyle küresel düzen, güç mantığının hakim olması ve devlet egemenliğine saygı kavramının gerilemesiyle parçalanma tehdidi altında olacaktır. Bu, Rusya, Çin ve Hindistan gibi güçlerin gelecekteki müdahalelerine kapı açabilir. Trump'ın kumarı ve İsrail'in bahsi başarısız olur ve Tahran'daki rejim devrilmezse, nükleer silaha sahip olma yolundaki adımlarını hızlandıracak, ki bu da kaçınılmaz olarak tehlikeli bir nükleer silahlanma yarışına, Rusya-Çin-İran ekseninin güçlenmesine ve BM gibi uluslararası örgütlerin zayıflamasına yol açacaktır.
Bu, yalnızca bölgenin haritasını yeniden çizmeyen, aynı zamanda küresel düzenin parçalanmasını da hızlandırabilecek ve daha şiddetli, daha az istikrarlı bir dünyanın önünü açabilecek bir çatışmadır.