Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Siyasi kültür üzerine

Siyasi kültür, siyaset biliminin nispeten yeni bir dalıdır ve şu sorudan yola çıkar: Halk siyasi iktidarı nasıl algılar, düşünür ve onunla nasıl ilişki kurar? Yeniliği nedeniyle henüz sınırları belirli değil; bazı açılardan sosyolojiyle, bazı açılardan da psikolojiyle örtüşüyor. Aynı nedenle, bu alanda tam anlamıyla uzman olarak anılan araştırmacılar ender. Bunu “siyasi bilinç” veya genel anlamıyla “siyasi bilgi” ile karıştıran bazı yazılarla karşılaştım; bu da siyasi kültürü kafa karıştırıcı ve itici kılıyor.

Bu alanı ilginç kılan nedir?

Bu konuya olan ilgim, bazı toplumların yeni görüşlere neden daha açık ve ana akıma karşı çıkmada çok ileri gitmiş olsalar bile, bu görüşleri savunanlara karşı neden daha hoşgörülü davrandıklarını düşünmeye başladığım uzun zaman öncesine dayanıyor. Eğitimime din okullarında başladım ve dünyanın dindarlar ve onlara karşı çıkanlar arasında bölünmüş olduğu zihnime yerleşti. O zamanlar bana dünyevi meselelerdeki her anlaşmazlık inanç farkından kaynaklanıyor gibi geliyordu. Ama kısa süre sonra inanç konusundaki anlaşmazlığın en güçlü veya etkili faktör değil, sadece faktörlerden biri olduğu netleşti. Marksizm'i benimseyen ve aynı zamanda din adamlarıyla arkadaş olan insanlar gördüm ve sık sık aralarındaki bağları koparmadan veya birbirlerini hiç kaybetmeden hararetli tartışmalara girdiklerini duydum.

Sonra, aynı dini ve öğretiyi benimseyen farklı toplumların siyaseti farklı şekillerde ele aldıkları dikkatimi çekti; bazıları siyasetle etkileşim kurup politikacılarla iletişim noktaları kurmaya çalışırken, diğerleri kendilerini onlardan soyutlama eğilimindeydi ve siyasetin kapısını çalan veya çevresinde çalışan herkese şüpheyle yaklaşıyordu.

Yirminci yüzyılın başlarında, kalkınma teorisyenleri arasında bir düşünce hakim oldu, o da her toplumun modernitenin etkisine maruz kalır kalmaz onu kabul edeceğiydi. Bu düşüncenin gerekçeleri, insanların rasyonel oldukları ve yaşamları için yararlı gördükleri her şeyi kabul ettikleri iddiasından, geleneksel inançların modernitenin ilerlemesini engelleyecek kadar güçlü olmadığı iddiasına kadar uzanıyordu. Ancak Japonya'dan Çin, İran, Mısır ve Türkiye ile Güney Avrupa'dan Brezilya'ya kadar birçok ülkedeki gerçek deneyimler, bu toplumların her birinin ilerleme fikri ve devlet ile siyasete yaklaşımı konusunda farklı bir anlayışa sahip olduğunu gösterdi. Bu anlayış, modernleşme projesi ve uygulamalarına yönelik duruşlarını da etkiledi.

Bu deneyimlere dayanarak, araştırmacılar her toplumun siyasi düşüncesinin tarihsel deneyiminin ve ifade ediliş biçiminin güncel gerçekliğinin bir ürünü olduğu konusunda neredeyse bir fikir birliğine varmışlardır. Kimi toplumlar görüş çeşitliliğine izin veren açılıma meyilli olurken, kimisi de izolasyona ve tek taraflılığa meyillidir.

Neredeyse her gün, Arap halkının olaylara ve haberlere verdiği tepkileri düşünüyor ve eylemlerin, tutumların ve bunlara verilen tepkilerin temelindeki kültürel bağlamı ve bu bağlamın çevredeki devam eden dönüşümlerle etkileşimini, yani bu dönüşümlerden ne ölçüde etkilendiğini ve etkilediğini normatif bir şekilde anlamaya çalışıyorum. Beni esas olarak ilgilendiren, devletin eylemleri değil, halkın eylemleri ve tepkileri. Buradaki amacım, “siyasi kültür” alanındaki temel soruyu, yani Arap toplumunun siyasi hayata ne ölçüde katılmaya hazır olduğunu yanıtlamak.

Önceki yazılarımdan birinde, “siyasi kültür"ü “izolasyonizm”, “pasiflik” ve “katılım” olmak üzere üçe ayırma eğiliminde olduğumu belirtmiştim. Şu anda “pasiflik” ve “katılım” arasında bir geçiş aşamasında olduğumuz açık. “Pasiflik” aşamasında, halk siyasetin yaşamları üzerindeki belirleyici etkisini hisseder, ancak onu etkileyebileceğini düşünmez ve neredeyse hiç tepki göstermeden etkisine maruz kalır. Bu arada, son aşamada toplum, siyasi hayatta bir rolü olduğuna ve az ya da çok etkili olabileceğine dair bir inanç (ve bazen de bilgi) düzeyiyle farkındalığını güçlendirir.