İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İsrail'in pişman olacağı hayaller

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, nefret ve düşmanlığı sürdürecek her şeye kendini, zihnini ve dilini adayarak barışa karşı doğuştan düşman bir adam mı?

Birkaç gün önce, Gazze'deki soykırım ve nefret suçlarına son vermeye çalışan güçler ateşkes sağlamak için çabalarken, dünya ülkeleri BM Genel Kurulu toplanmadan önce bağımsız bir Filistin devletini tanımak için zamanla yarışırken, Netanyahu, bugün ve gelecekte gerçekleşmesinin ve ulaşılmasının mümkün olmadığını herkesten önce kendisinin bildiği açıklamalarla, tüm bunların önünü bir kerede kesti.

Netanyahu, İsrail “I NEWS 24” kanalına verdiği röportajda, “Altı Gün Savaşı”nın ardından gün yüzüne çıkan, tarihi ve teolojik nedenlerle zaman ve mekan olarak geçerliliğini yitirmiş - ki güvenilir din alimleri de bunun farkında- Tevrat okumalarına dayanan “Büyük İsrail” kavramı hakkında tamamen gerçek dışı açıklamalarda bulundu.

Netanyahu'nun sözlerindeki asıl felaket, hadisenin kendisi değil, söylediklerine olan derin inancını gösterme çabasıydı. Hem de yakın ve uzak herkes, bunun kendisini bekleyen davalardan kaçmak için sağcı İsrail kamuoyunu etkilemeye yönelik bir girişimden başka bir şey olmadığının farkında olmasına rağmen.

İsrail Başbakanı, Yisrael Beiteinu (İsrail Evimiz) Partisi’nin bir üyesi ve en az kendisi kadar sağcı olan sunucu Sharon Matthews Gal'a, kendisinin de İsrail Devleti ile ilgili görevi tamamlamak üzere sema tarafından görevlendirildiğini söyledi. Ona göre babası ve nesli nasıl devleti kurmak için çalıştıysa, onun ve beraberindekilerin görevi de bu devletin temellerini sağlamlaştırmak ve hatta belki daha da öteye taşımaktır. Peki, ya uzak gelecek için ne diyor?

Gal, röportaj sırasında Netanyahu'ya Büyük İsrail olduğunu iddia ettiği bir haritanın maketini hediye etti ve hükümetin başı koltuğunda oturan adama sordu: “Bu vizyona, Büyük İsrail vizyonuna inanıyor musunuz?”

“Gerçekten inanıyorum”... Netanyahu'nun cevabı bu oldu ve barış ile ilgili her türlü sözün sadece bir tür erteleme olduğu, bugün ve geleceğe dair gerçek niyetlerin ise takipçilerinin ve etrafında toplanan aşırı sağcıların zihninde var olmayı sürdürdüğü anlamına geliyor.

Netanyahu'nun açıklamaları aslında bir dil sürçmesi değil, aksine tırmanan olayların doğal bir dizisi. Geçtiğimiz ocak ayında, İsrail Dışişleri Bakanlığı, çevrimiçi platformlarından birinde, işgal altındaki Filistin ile Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır'ın bir kısmını kapsayan bir Yahuda Krallığı iddiasıyla uyumlu olarak, binlerce yıl öncesine dayanan bir İsrail tarihi uyduran yorumların olduğu bir harita yayınladı.

Netanyahu'nun açıklamaları, diasporanın ideolojisinin kesintisiz bir devamı gibi görünüyor; Yahudi diasporasının iki bin yıllık hayali, o sözde vaat edilmiş topraklara geri dönmektir. Dahası 1974 doğumlu, yani son Arap-İsrail savaşlarından sonra doğan sağcı sunucu Sharon Gal’ın Kudüs değil de Orşelim adını kullanması, gelecek nesillerin zihninde nesilden nesle kendi kendini gerçekleştiren kehanetleri pekiştiren metafizik bir zihniyetin varlığını kanıtlıyor. Bu da İsrail'in bölgesel komşularına karşı barış penceresini her geçen gün kapattığını gösteriyor.

Arap dünyasının bu tür fikirleri reddetmesi, kınaması ve karşı koyması doğal. Ancak daha da dikkat çekici olanı, medeni dünyanın, bir kez daha yalan iplerini yaymak için sahte ilahi emirlere başvuran bu yerleşimci vizyonları reddetmeye başlamış olması. Netanyahu'nun Gazze'deki eylemlerini çılgınlığa varan bir aşırılık olarak nitelendiren Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon'ın açıklamalarına bakmak, İbrani devletinin uluslararası toplumun desteğini ne kadar kaybettiğini anlamak için yeterlidir.

Büyük İsrail hayali, Ortadoğu'da İsrail için Orta Çağ Avrupa modeline benzer yeni bir “getto” yaratıyor. Zira bu vizyonlar, özellikle yayınlanan nefret haritalarının gölgesinde, komşu ülkelerle, özellikle de Mısır ve Ürdün ile -soğuk da olsa- mevcut barışı tehdit ediyor. Yakın zamanda barışa kapılarını açan kardeşlerimizi geri çekilmeye zorluyor ve önümüzdeki günlerde adil bir barışa inananların önünü kesiyor.

Diğer önemli husus ise, bu tür açıklamaların ideolojik değil, dogmatik bir karaktere ve yapıya sahip aşırılık ruhunun gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunmasıdır. Bu yaklaşım, herkesten önce İsrail'in bedelini ödeyeceği büyük korkular taşıyor.

Netanyahu'nun söyledikleri, bir sınır mücadelesi değil, varoluşsal bir mücadele olduğunu doğruluyor. Bu mücadele, Arap dünyasında, sadece militarizmde değil, bilimde ve işte, eğitimde ve medyada, ekonomide ve toplumda, kültürel bir farkındalık ve rönesans gerektiriyor.

Netanyahu, mutlakların çatışmasına inanıyor ve mutlaklarla barış sahtedir.