Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

St. Petersburg'dan Alaska'ya: Rusya'nın kaygısı ve Batı'nın sanrıları

Mesleğimin armağanlarından biri, bana Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile iki kez röportaj yapma fırsatı vermiş olmasıdır. Son ve en uzun röportajım, geçen haziran ayında St. Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu kapsamında Putin ile iki saatten fazla süren kapsamlı bir röportajdı. Bu röportaj öncesinde ve sonrasında, Putin ile medyanın dışında uzun görüşmelerim de oldu. Tartışmalarımız Putin'in soğuk ama ne hayranlık uyandırmaya ne de gösterişli bir hava estirmeye çalışmayan üslubunda da olsa, oldukça açık ve bazen de sertti.

Putin, mesajlarını imalar ve açıklamalar karışımıyla, ancak her zaman aklından geçenleri ortaya koyan bir performansla iletiyordu. Ordusunun Moskova'nın Rus olarak gördüğü toprakların sınırlarını aşarak, yeni Ukrayna topraklarına doğru ilerlemesi ilgili soruma, tüm Ukrayna'nın Rus toprağı olduğu yanıtını vermişti. O zamanki sözlerinin içeriği ve bağlamı, uluslararası medyanın daha sonra kopardığı gürültü gibi, Moskova'nın tüm Ukrayna'yı işgal etme niyetini göstermiyordu. Mesajı, doğu ve güneyde Rus ulusal güvenliği için bir güvenli tampon bölge oluşturmaya odaklandığı yönündeydi. Kremlin'in stratejisinin sınırlı, ancak müzakere edilemez güvenlik hedefleri olduğuna işaret ediyordu.

Putin bana, bitmek bilmeyen emperyal genişleme projesi peşinde koşan bir liderden ziyade, ülkesinin stratejik derinliğinin çöküşünden korkan endişeli bir lider gibi göründü. Rusya'yı sonsuz savaşa meyilli bir ülkeye indirgemekte direten Batılı söylemin önemli bir kısmının görmezden geldiği gerçek de tam olarak budur.

Rusya Devlet Başkanı’nın bu sözlerini hatırlamamın nedeni, Putin ve ABD Başkanı Donald Trump arasındaki Alaska zirvesinin sonuçlarıdır.

Zirve bir ateşkes veya barış anlaşmasıyla sonuçlanmadı, ancak görsel mesajları -kırmızı halı, Trump ile limuzine binmek ve Washington'ın Moskova'ya yeni yaptırımlar uygulama seçeneğinden vazgeçmesi- Putin'i Batı ile eşit konuma geri döndürdü ve yıllardır aradığı yeri doldurulamaz bir oyuncu olduğu itirafını ona sundu.

Trump ise Ukrayna-Rusya krizini, Batı'nın Moskova ile çatışmaya ve ona karşı imkânsız bir zafer kazanmaya dayanan liberal zihniyetinin esaretinden kurtardı. ABD Başkanı, geçici bir ateşkes sağlamak yerine, toprak değişimi ve Kremlin'i rahatsız eden NATO üyeliğinden bağımsız formüllerle Ukrayna'nın güvenliğini garanti altına alma yoluyla, kalıcı istikrar sağlamaya odaklanan kapsamlı bir barış anlaşmasına öncelik verdi. Trump, yaklaşımının “Önce ABD” vizyonuna dayandığına inanıyor. Bu vizyon, müzakere sürecini hızlandırarak, her hafta binlere vardığı tahmin edilen can kayıplarını durduracak, Washington'ın kaynaklarını uzun süreli çatışmalara dahil olmaktan kurtararak yeniden yatırıma yönelmesine olanak tanıyacak bir anlaşmanın önünü açıyor.

Zirvenin sonuçlarına itiraz edenler ve Trump'ı Rusya Devlet Başkanı'na “karşılıksız hediyeler” vermekle suçlayanlar, başarısız yaptırım ve izolasyon stratejilerine bağlı kalmaya bahis oynayan kişilerdir.

Zira Rus enerji sektörüne yaptırımlar uyguladıktan sonra ABD, küresel fiyatlarda ani sıçramalar yaşanmaması için Hindistan, Çin ve diğer Asya ülkelerini gizlice Rus petrolü alımını durdurmamaları için teşvik etti. “İlkeleri” savunan Avrupa, özellikle enerji, maden ve diğer sektörlerde, Rusya ile ticaretini Avrupalı ve Avrupalı olmayan üçüncü taraflar aracılığıyla sürdürdü. Gerçek şu ki, yaptırımlar Moskova'yı zayıflatmaktan ziyade pazarlarını çeşitlendirmeye ve küresel Güney'deki ülkelerle ortaklıklarını güçlendirmeye sevk etti. Bu arada, Avrupa toplumları enerji krizleri ve enflasyonun yükü altında ezildi. Ukrayna ekonomisinin çöküşünden, milyonlarca insanın yerinden edilmesinden, genç yaşlı Ukraynalıların göç ve savaş arasında tükenmesinden ise bahsetmiyoruz bile.

Eksik bir izolasyon ve çelişkili yaptırımlar nasıl bir çözüm üretebilir?

Zirvenin en önemli başarısı, Trump'ın “sınırsız yayılmacılık” fikrinin Putin'in zihnine egemen olduğu konusunda ısrar eden Batılı ideolojik önyargılara kapılmamasıydı. Aksine, NATO'nun doğuya doğru genişlemesi, güvenlik derinliğinin kaybı ve stratejik kuşatma hissinden kaynaklanan ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana var olan Rusya'nın köklü endişelerini, gerçek ve onları dikkate almadan sürdürülebilir bir istikrarın sağlanamayacağı motivasyonlar olarak ele aldı.

Trump, mevcut krizin kökenleri gerçekçi bir şekilde incelenmedikçe, endişelerini “medeni kırmızı çizgiler” seviyesine yükselten bir Rusya ile yüce ilkelerden bahseden ancak seçici bir şekilde ve çatışan çıkarlarla hareket eden bir Batı arasında Ukrayna'nın askıda kalacağını içgüdüsel olarak fark etti.

St. Petersburg'dan Alaska'ya asıl sorunun bir “Rus imparatorluk rüyası” olmaktan ziyade, kilit Batılı hükümetlerin Rusya'nın niyetlerini anlamadaki başarısızlığı olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Eğer Alaska zirvesi, Rusya'nın izole edilemeyeceği ve derin endişeleri anlaşılmadan hiçbir çözümün mümkün olmadığı jeopolitik gerçeğini pekiştirmeyi başarırsa, tarih kitaplarına on yıllardır görülmemiş en dikkat çekici siyasi gerçekçilik anlarından biri olarak geçecek.

Bu ikisini, yani izolasyonun imkânsız olduğunu ve Putin'i liberal aklın hayal ettiği gibi değil, olduğu gibi anlama zorunluluğunu görmezden gelmeye devam etmek savaşı uzatacaktır ve Ukrayna, Rusya'nın kaygıları ile Batı'nın sanrıları arasındaki çelişkinin bedelini tek başına ödemeye devam edecektir.