Büyük Etiyopya Rönesans Barajı'nın önceki günkü resmi açılışından önce, Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, ülkesinin denize erişim ihtiyacı ile Kızıldeniz'deki varlığını yeniden tesis etme ve “geçmişteki hataları düzeltme” konusundaki kararlılığı ile ilgili önceki tartışmalı açıklamalarını yineledi.
İkisi arasında bir bağlantı var mı?
Birçok gösterge, Abiy Ahmed hükümetinin barajı yalnızca bir hidroelektrik santrali projesi olarak görmediğini, aksine Etiyopya'yı tek taraflı olarak gerçekleştirebileceği veya ele geçirebileceği hedeflere sahip bölgesel bir güç haline getirme yolunda bir adım olarak gördüğünü gösteriyor. Abiy Ahmed ve diğer Etiyopyalı yetkililerin, ister Mavi Nil ister Kızıldeniz olsun, su ve tarihi haklar ile ilgili konuşmalarındaki üslup bunu gösteriyor ve bu, Addis Ababa'nın bölgesel düzeni yeniden şekillendirme ve “tarihi hak” veya “varoluşsal bir mesele” olarak gördüğü şeyleri dayatmak için adımlar atma arzusunun kanıtı niteliğinde.
Barajın resmi açılışının arifesinde Abiy Ahmed, bir televizyon röportajında bu hamleyi Etiyopya'nın jeopolitik yolculuğunda yeni bir başlangıç olarak nitelendirdi. Bu açıdan bakıldığında, barajla elde edilenlerin sadece bir başlangıç olduğunu ve ülkesinin daha fazla baraj inşa edip daha fazla enerji üretim projesi planlayabileceğini savundu. Bunun bir suç değil, Etiyopya için meşru bir hak olduğunu vurguladı. Aynı röportajda, Eritre'nin bağımsızlığından sonra kaybettiği Kızıldeniz'deki varlığını yeniden kazanma kararlılığından da bahsetti. Assab Limanı’nın kaybını 30 yıl önce yapılmış ve “yarın düzeltilecek” bir “hata” olarak değerlendirdi.
Bu ve diğer açıklamalar, Büyük Etiyopya Rönesans Barajı ile Abiy Ahmed hükümetinin bölgesel emelleri arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. Hükümet, artık her tür bölgesel veya uluslararası baskıya rağmen planlarını gerçekleştirebileceğine inanıyor. Ayrıca, iç savaşlar, etnik çatışmalar ve yoksulluk karşısında savunmacı bir duruştan saldırgan bir duruşa geçebileceğine ve yükselen bir güç olarak gördüğü konumunu pekiştirmek için milliyetçi söylemleri kışkırtabileceğine inanıyor.
Tehlike şu ki, bu yaklaşım, Nil Nehri’ni yaklaşık yüzde 80 besleyen Mavi Nil'deki değişimlerden doğrudan etkilenen Sudan ve Mısır ile kaçınılmaz olarak gerginlikleri artıracaktır. Ayrıca, Etiyopya'nın güç kullanarak bile olsa denize erişme konusundaki sert söyleminden doğrudan etkilenen Eritre, Somali ve Cibuti gibi diğer komşularıyla da gerginlikleri körükleyecektir.
Etiyopya iş birliği ve karşılıklı çıkarlardan bahsediyor olabilir, ancak benimsediği politikalar bunu gerçekleştirmiyor. Aksine, durumu daha da körüklüyor ve komşularının gelecekteki eylemleri hakkındaki şüphelerini artırıyor. Nitekim Büyük Etiyopya Rönesans Barajı konusunda Addis Ababa, tek taraflı bir yol izlemeyi tercih etti ve Mısır ile Sudan'ın tutumlarını ve barajın doldurulması, işletilmesi ve teknik gözetimiyle ilgili garantileri dikkate almadan baraj projesine devam etti. Ayrıca, bölgesel veya uluslararası arabuluculuk çabalarının uzlaşmaya veya yasal olarak bağlayıcı bir anlaşmaya varmasını sağlayacak yeterli bir iş birliği de göstermedi.
Bugün, barajın artık bir gerçek haline gelmesiyle, gelecekteki gelişmelerle ilgili olarak izlenebilecek yalnızca iki yol bulunuyor. Birincisi, sorunları çözmenin ve dostane çözümlere ulaşmanın bir yolu olarak iş birliği ve müzakereye bağlılıktır. Bu, nehirleri paylaşan ülkeler arasında su kullanımını düzenleyen uluslararası yasaları dikkate alan, ilgili tarafların çıkarlarını ve haklarını göz önünde bulunduran ve işletme, teknik denetim, veri ve bilgi paylaşımıyla ilgili gerekli prosedür ve güvenceleri belirleyen bağlayıcı bir anlaşmayla sonuçlanacaktır. Bu başarılabilirse, barajı kolektif bir fayda kaynağı haline getirecek ve her türlü olasılık ve riske açık bir çatışma kaynağı olmasını engelleyecek ekonomik entegrasyonun kapıları açılacaktır.
İkinci yol ise Etiyopya'nın bölgesel emellerini dayatma ve istediklerini asgari kayıpla veya taviz vermeden elde etme konusunda kendini güçlü hissetmesidir. Bu senaryo, işlerin, bölgesel gerginlikler ve askeri çatışma olasılığı yönünde ilerleyebileceği anlamına geliyor. Zira Etiyopya'nın Mısır ve Sudan ile Nil suları konusundaki anlaşmazlıkları, Eritre, Somali ve Cibuti ile Addis Ababa'nın güç kullanımı da dahil olmak üzere her türlü yolla denize erişme isteğinden doğan gerginlikler ile kesişiyor. Bu durumda Etiyopya, politikalarından zarar görenlerden oluşan bir koalisyon ile karşı karşıya kalabilir ve bu da askeri çatışmalara dönüşebilecek daha geniş bir bölgesel çatışmayı tetikleyebilir.
Büyük Etiyopya Rönesans Barajı sadece bir hidroelektrik projesi değil; bölgedeki nüfuz ve kaynak mücadelesinde bir dönüm noktasıdır. Etiyopya, bunu büyüyen emellerinin bir sembolü ve hükümetin milliyetçi söylemiyle desteklenen yeni bir güç gösterisi olarak görüyor. Son dönemde denize erişim talepleriyle, mevcut statükoya meydan okumaya ve risklere rağmen “meşru hakları” olarak gördüğü şeyleri elde etmeye hazır olduğu açıkça görülüyor. Tehlike şu ki, bu eğilim, esnek diplomasi ve anlaşmazlıkları dostane bir şekilde çözmenin tek yolu olan müzakereler ile dengelenmezse, zaten kronik huzursuzluklardan muzdarip olan ve çok sayıda gücün pusuda beklediği, çatışmalarını alevlendirip istismar etmeye hazır olduğu bir bölgeyi istikrarsızlaştıracak çatışmaların patlak vermesine yol açabilir.