17 Eylül 1948'de, Lehi örgütünün İsrailli bir üyesi, diplomat Kont Folke Bernadotte'ye Kudüs'te suikast düzenledi. Bernadotte, Filistin davasının ilk barış arabulucusuydu. Suikast, Filistin'de barışçıl bir çözüm için hazırladığı planın uluslararası alanda oybirliğiyle kabul edilmesinden bir gün sonra gerçekleşti.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bu yıldönümünü kendi tarzında anmaya karar verdi: Hamas müzakere heyetini iki kez suikastla öldürerek. İlkinde elçiyi, ikincisinde elçileri öldürdü. Ancak en önemli hedef, İsrail'in dünyaya verdiği mesajdı: Başta ABD olmak üzere İsrail'in dostlarının hiçbir önemi yok. Derinden utanç duyan ABD Başkanı Donald Trump, böyle bir şeyin Katar topraklarında bir daha asla yaşanmayacağını söyledi. Trump, son iki yılda ve ondan önceki yıllarda gerçekleşen siyasi suikastların sayısını unutmuş gibiydi.
Tarihte barış elçisine, barışın kendisine suikast düzenleyen hiçbir ülke yoktur. Anlaşmadan önce veya sonra, 1948'de olduğu gibi... Bu suç, tüm imkânlarını Gazze felaketini sona erdirmek ve hayatı barışçıl bir yola döndürmek için seferber eden Katar'ı değil, tüm Körfez bölgesini açıkça ve alenen hedef almıştır.
İsrail'in Doha saldırısından çıkarılacak dersler şunlar: Birinci ders, İsrail'in anlaşmalara ve taahhütlere saygı duyan bir devlet olduğuna inananlar için. Öyle ki İsrail bu anlaşmaları ihlal etmekle kalmadı, bunları yapanları öldürmeye de çalıştı.
Daha kötüsünü arayanlar içinse Savunma Bakanı, ordusunun Hamas liderlerini ‘her yerde’ takip etmeye devam edeceğini açıkladı. Yani, başka herhangi bir ülkede. Buradaki mesele, doktrinin özünde yatıyor. 1948'den bugüne, Jabotinsky'den Ben-Gvir'e kadar yıllar hiçbir şeyi değiştirmedi.
Bu dönüm noktası nereye götürecek? Tehlikeler ve Tevrat'taki fikirlerle sürüklenen bir bölgede başka bir bilinmeyene mi?
En yakın çözüm, ‘delilik arabasının’ yolcularının oylarla görevden alınacağı seçimler!...