Mustafa Fahs
TT

İki bildirgede Hizbullah

16 Şubat 1985 ile 6 Ekim 2025 tarihleri, yani ilk kuruluş bildirgesi ile dün yayınlanan bildirge (yeniden kuruluş bildirgesi) arasında, dört on yıl veya 40 yıl var. Buradaki kırk, sıradan bir sayı değil. Sufilere göre, “varlığın dışsal görünümden içsel özüne, bilgiden deneyime geçiş ve kemale erişme aşamasını” ifade ediyor. Kırk, olgunlaşma aşamasının tamamlandığını gösteren zamansal bir semboldür, ancak Hizbullah’ın yeniden kuruluş konuşması olarak adlandırılabilecek ikinci bildirgesinde yer alanlar bunu göstermiyor.

Hizbullah, kırk yıl önceki “Lübnan ve Dünyadaki Ezilenlere Açık Bir Bildirge” başlıklı ilk kuruluş konuşmasında, kimliğini, hedeflerini, ideolojik yapısını ve referans noktalarını tanımlayan bir siyasi belge sunmuştu. Ancak bu kimlik temelli bileşenler, Lübnanlı grupların gerçekliği ve devletin kuruluş formülünün gücüyle çatışarak, yükselişinin zirvesindeyken bile geri adım atmasına ve günlüğünü “Lübnanlaştırma” yaklaşımını benimsemeye zorladı.

Dün sabah yayınladığı ve “Üç Başkan ile Lübnan Halkına Açık Mektup” başlıklı yeniden kuruluş konuşmasında ise Hizbullah, Lübnan kimliğine, devlete ve kurumlarına bağlı görünmeye önem verdi. Ancak gerçekte, devletten istediğini aldı ve karşılığında ona hiçbir şey vermedi ve hatta temel işlevlerini bile tanımadı. Yani ilk ve ikinci bildirgelerin temel taşı olan “direniş” bahanesiyle silah ve savaş-barış kararının sadece devletin tekelinde olması gerektiğini reddetti.

Her iki bildirgede de düşman İsrail, Hizbullah'a silahı için bir gerekçe sunmuştur ve sunmaya devam etmektedir. Ancak Hizbullah’ın anlamadığı husus, direniş fikrine ilişkin gerekçelerinin ve yaklaşımının, “direniş”in silaha meşruiyet kazandırmak şeklinde gerekçelendirilmesinden farklı olduğudur. Bir fikir olarak direniş, tüm halkların topraklarını savunmaları ve vatanlarını özgürleştirmeleri için meşru bir haktır. Ancak Hizbullah örneğinde direniş, direniş fikrinin tekelleştirilmesi, kapsamlı anlamından arındırılması ve güç testinden geçememiş silaha tutunmanın bir bahanesidir.

Hizbullah’ın ikinci bildirgesindeki yaklaşımı, ilk bildirgesinin içeriğini ve hedeflerini şekillendiren tarihsel bir ana dayanıyor olabilir ama bu, Lübnan'ın, bölgenin ve dünyanın mevcut gerçekliğine uygulanamayacak bir andır. Söz konusu an, Lübnan Ulusal Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) yenilgisinin ve ikincisinin 1982’deki İsrail işgalinin ardından Lübnan'dan ayrılmasının ardından oluşan boşluğu dolduracak ideolojik bir gücün ortaya çıktığı andı. Bu güç, bölgesel ve uluslararası yakınlaşmaların bir sonucu olarak, 17 Mayıs 1983 anlaşması olarak bilinen Lübnan-İsrail barış anlaşmasını iptal etmeyi ve direniş rolünü devralmayı, hatta Suriye işgalinin bir kararıyla onu tekeline almayı başardı.

İkinci bildirgede, Hizbullah’ın silahı, devletin güç kullanımı veya savaş ve barış kararı üzerindeki tekeline bağlı olmayan bir “direniş” hareketi olduğu için yeniden tesis ediliyor. Gerekçe olarak da düşmanca eylemlerini durdurmayan ve Lübnan topraklarını işgal etmeye devam eden bir düşmanı gösteriyor. Bu, inkâr girişiminden açıkça reddetmeye doğru bir geçişi temsil ediyor. Zira Hizbullah düşman İsrail tarafından ezici bir yenilgiye uğratıldığını kabul etmeyi reddediyor, tüm yükümlülüklerinden kaçmaya ve devleti kendi taahhütleri konusunda zor durumda bırakmaya çalışıyor.

Hizbullah bugün, direnişinin devam ettiğini ve ulusal bir uzlaşıya ihtiyaç duymadığını açıkça beyan ediyor. Silahına yönelik coğrafi bir yorumu ısrarla savunuyor ve devletin siyasi ve diplomatik olarak tutumuna bağlı kalmasını talep ediyor. Bu duruş, iktidar ve silah ortağı Meclis Başkanı Nebih Berri'nin son açıklamasıyla da destekleniyor. Berri, “ne savaş ne de doğrudan müzakereler” olacağını vurgulayarak, geçen yılki Lübnan savaşından önce yaptığı açıklamaları tekrarlıyor.

Hizbullah’ın bildirgesinden Berri'nin açıklamasına, ilki güneylilere hiçbir koruma sağlamazken, ikincisi Lübnan halkına hiçbir güvence vermiyor. “Şii ikilisinin” politikaları ve silahları, savaş sırasında bu silahların caydırıcılık sağlamadaki yetersizliğini kanıtladı ve ateşkes anlaşması da müzakerelerdeki başarısızlığını ortaya koydu. Şimdi ise kendi yetersizliklerini ve başarısızlıklarını devlete yüklüyor, devletin diplomasisini ve hatta Lübnan'ı yaklaşan kötülüklerden korumaya yönelik çaresiz girişimlerini engelliyorlar.

Dolayısıyla, mektup veya bildirge bir silaha dönüş bildirgesidir; yani devlete dönülmeyecek, güneyliler köylerine dönmeyecek ve en tehlikelisi de savaşa dönüş olası.