İran vatandaşı Ahmed el-Baldi ve Tunuslu Muhammed Buazizi, iki ülke arasındaki büyük mesafenin, karmaşık siyasi dinamiklerin, sınırların, ideolojik, etnik veya dilsel farklılıkların bile silemeyeceği birçok ortak noktaya sahip. Bu iki genç adam hiç tanışmamış olmalarına rağmen, baskı altında olmaları nedeniyle birbirlerine yakınlaştılar. Bu baskı, günlük yaşamlarını zorlaştırdı ve özgürlüklerini kısıtladı, her ikisini de kendilerinden başka kimseye zarar vermeyen bir şiddet eylemine itti. Bu eylem, görünüşte bireysel, ancak aslında evrensel bir sorun olan bir duruma karşı protesto etmek için kasıtlı olarak kendilerine yaptıkları bir cezalandırma eylemiydi. Her iki durumda da bu adamlar iki duygu ifade etmişlerdi: ‘çaresizlik ve protesto’. Eylemleri, çaresizliğin açık bir itirafıydı. Ancak bu çaresizlik, yalnızca kişisel bir kusur veya belirli koşulların sonucu değil. Ülkenin genel koşullarındaki geniş çaplı düşüş, devletin sorumluluğu altında olan bir gerilemeye yol açtı. Bu aynı zamanda devlete veya onun doğrudan temsilcilerine karşı umutsuz bir protesto biçimiydi.
İki vaka arasındaki benzerlik, biçim, öz ve içerdiği riskler açısından açıkça ortada. Buradaki riskler ne tesadüfi ne de istisnai. Buazizi'nin kendini yakmak için kullandığı kibrit, Tunus sınırlarının ötesine yayılan bir yangın başlattı. İran'ın güneybatısındaki Ahvaz'da Ahmad el-Baldi'nin başlattığı protesto, devlet bu sorunu çözmez ve İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan eski Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali'nin ünlü sözünü (Şimdi sizi anlıyorum) tekrarlamazsa, benzer şekilde İran'ın geneline yayılabilir.
Pezeşkiyan, ülkesinin karşı karşıya olduğu iç tehditlerin boyutunu anlıyor: Başkent Tahran ve diğer bölgelerdeki kuraklık, yüksek işsizlik ve enflasyon, yolsuzluk, sonuçsuz bölgesel projeler, ağır uluslararası yaptırımlar, son savaşın darbeleri ve Tel Aviv ile yeniden doğrudan askeri çatışma ihtimali.
Tüm bu zorluklar İran halkı üzerinde ağır bir yük oluşturuyor; sabırları tükenmek üzere. Pezeşkiyan'a göre, İranlıların karşı karşıya olduğu zorluklar sadece hükümetinin suçu değil. Pezeşkiyan'ın parlamento önündeki sözleri açık ve netti: “Kendi günahlarımın sorumluluğunu üstleniyorum, ancak tüm günahlar sadece bana ait değil... Diğer kurum ve kuruluşlar da hatalarını kabul etmeli.”
Geçtiğimiz salı günü parlamentoda yaptığı konuşmada Pezeşkiyan katılımcılara hitaben, “Halk açlık çekiyorken biz ülkeyi yönetemeyiz” diyerek yaşam koşulları konusunda alarm verdi. Bu samimi uyarı, İran'ın karşı karşıya olduğu çok yönlü krizin büyüklüğünü yansıtan rakamlar ve anketlerle destekleniyor. Yönetiminin yaptırdığı bir ISPA (İranlı Öğrenciler Anket Ajansı) anketi, halkın yaklaşık yüzde 92'sinin memnun olmadığını ortaya koydu.
Pezeşkiyan, ekibi ve onu destekleyen reformist ve ılımlı siyasi elit için, halkın devlete olan güveni azalmış durumda; ciddi reformlar yapılmadan yaşam koşullarının iyileştirilmesi zor olacak.
İran için gerçek iç çözümün hem biçim hem de içerik açısından gerçek bir reformla başlayacağı açık. İran'ın, Sovyet modeline uymak zorunda olmayan bir tür Perestroyka’ya ihtiyacı var. Ancak 1979 rejimini etkileyen yaşlanmanın ilk belirtileri, Mihail Gorbaçov'un iktidara geldiği dönemde Sovyetlerin karşı karşıya kaldığı iç krizlerden çok da farklı değil. İran İslam Cumhuriyeti'nin elitleri için bu tür bir reform süreci büyük bir risk teşkil ediyor: bir kez başladığında, reformlar daha köklü değişikliklere yol açabilir ve rejimin yapısını ve doğasını yeniden şekillendirebilir.
İki model arasındaki mücadele sürerken, vatandaşlarını doyurmadan bazı sosyal kısıtlamaları gevşeten İran tarzı bir Perestroyka ve Buazizi’nin yaptığı gibi ülke çapında yangınlar çıkarabilecek Ahmed el-Baldi’nin kendini yakması... Üçüncü bir seçenek ortaya çıkabilir mi, yoksa İran'ın önünde sadece bu iki yol mu var?