Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Bayram yok, bağımsızlık yok

Lübnan'da biz hâlâ bugünü ‘Bağımsızlık Günü’ (22 Kasım 1943) olarak adlandırıyoruz. Oysa ne gerçek bir bayramımız var ne de bağımsızlığımız; sadece… belki hatırlatmanın bir faydası olur diye. O gün Fransızlar kısa bir tereddüdün ardından ülkeyi terk etmiş, başta Bişara el-Huri ve Riyad es-Sulh olmak üzere Raşaya Kalesi’ndeki tutukluları serbest bırakmışlardı.

Fransa geride şunları bıraktı: Kendisininkine benzer bir anayasa. Kendisininkine benzer bir üniversite. Kendisininkine benzer bir hastane. Kendisininkine benzer okullar. Kendisininkine benzer bir parlamento. Kendisininkine benzer muhteşem gazeteler. Kendisininkine benzer güzel bir edebiyat ortamı.

Ancak Fransızlar ayrılır ayrılmaz Lübnanlılar silah ve süngülerle bağımsızlığa saldırdılar. Bir taraf, bağımsızlığı emperyalist bir komplo ve yapay bir varlık olarak görerek reddetti. Diğer taraf ise bunun Arap dünyasında ikinci bir İsrail yaratmak anlamına geldiğini düşündü. Dolayısıyla bu gruplar, bağımsızlığı hak edenlere devretmeye çalıştılar. Milliyetçiliğin ilk dalgası, Nasır'ın Mısır'ıyla başladı, büyükelçisi Abdulhamid Galib, onun emriyle yüksek komiser ve yönetici oldu. Lübnan, savaşlara, seferlere, çatışmalara ve sadakat rekabetine gömüldü.

Bir sonraki aşamada, Filistinli silahlı direniş Ürdün'deki savaşı kaybetti ve Kahire Anlaşması ile Beyrut'ta iktidarı ve güneydeki kontrolü ele geçirdi. Lübnan, Soğuk Savaş'ın sıcak noktası haline geldi. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) tam hâkimiyeti hem Suriye’yi hem İsrail’i tedirgin etti; iki ülke de Lübnan’a müdahale etti ve işgale girişti. Sonra FKÖ ve İsrail Lübnan'ı terk etti ve Suriye, sanki bir Osmanlı eyaletiymiş gibi Lübnan'da kaldı. Herkes Suriye'nin sonsuza kadar orada kalacağına inanıyordu.

Ancak bir gün, Filistin kamyonları gibi Suriye zırhlı araç konvoylarının da Lübnan'ı terk ettiğini gördük. ‘Statüko’ Hizbullah'a devredildi ve örgütün merhum lideri, sahip olduğu her şeyin İran'dan geldiğini açıkladı.

Her aşamada Lübnan bağımsızlığının bir kısmını kaybetti ve Lübnanlılar onurlarını, istikrarlarını, hayatlarını, ekonomilerini ve hayatta kalma araçlarını yitirdiler. Mısır, Suriye, Irak ve her zaman Filistin için savaştılar. Ülke evlatlarını dışarıya savururken, aynı zamanda kitlesel sığınmacı akınlarına sahne oldu. Savaş ve barış kararını dahi kendi başına veremez hâle geldi. Nitekim Nevvaf Selam’ın acı bir doğrulukla söylediği gibi, “Lübnan’a taşıyabileceğinden fazlasını yükledik.” Ya da daha doğrusu, dayanabileceğinden fazlasını.

Bugün, bu yıldönümünde, halkı, komşuları, düşmanları, nefret edenleri, cahilleri, yolsuzluğu ve toprak tüccarları tarafından mağdur edilen ülke, zamanın yetimi gibi görünüyor. Ve yetimler kutlama yapmaz...!