Sudan'daki mevcut savaşın dördüncü ayına yaklaştığı bir dönemde, Sudanlıların daha doğrusu seçkinlerin bazı kesimleri arasında savaşla ilgili şiddetli sözlü atışmalar devam ediyor. İlk kurşunu kimin attığı, savaşa kimin neden olduğu ve kimin yararına olduğu tartışması hâlâ sürüyor ve her iki taraf da kendini aklamaya ve diğer tarafı suçlamaya çalışıyor. Ne yazık ki savaş, siyasi manevralar ve zamanı olmayan hesaplaşmalar için yeni bir arena haline geldi.
Bu seçkinlerin tartışmalarıyla Sudan sokağından koptuklarını ve onunla kendileri arasında derin uçurumlar yarattıklarını sıklıkla düşünüyorum. İnsanlar şu anda ilk mermiyi kimin attığı tartışmasını umursamıyorlar ve Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri - Merkez Konseyi (ÖDBG) ile eski rejimin İslamcı (Müslüman Kardeşler) kalıntıları arasındaki karşılıklı suçlama savaşının gereksiz olduğunu düşünüyorlar. Tek dertleri savaşın durması ve güvenlik ile emniyetin yeniden sağlanması için Hızlı Destek Kuvvetlerini evlerinden, mahallelerinden, hizmet kurumlarından ve başkentten tamamen kovmak. Dahası, çoğu en çok onun uygulamalarından ve ihlallerinden zarar gördükleri için Hızlı Destek Kuvvetlerinin yenilmesini istiyorlar.
ÖDBG benim tahminime göre sürecin en büyük kaybedeni. Savaşla ilgili tutumu, geçmişte onu coşkuyla destekleyenler dahil olmak üzere Sudanlıların önemli bir kesiminin desteğini kaybetmesine neden oldu ve bugün onu Hızlı Destek Kuvvetlerine sadık olmakla suçluyorlar. İnsanlar, Hızlı Destek Kuvvetlerinin ülkeyi ve başkentini kasıp kavurmasına, yerle bir etmesine, insanları öldürmesine ve sindirmesine, evlerini işgal edip yağmalamasına tanık oldukça, ÖDBG’nin tutumuna anlam veremiyorlar. Tecavüz kurbanlarının hikayelerini ve bununla ilgili tanıklıkları duyduklarında titriyor ve tüyleri diken diken oluyor. 25 Temmuz Salı günü yayınlanan bir videoda Hızlı Destek Kuvvetleri liderlerinden birinin ırkçı ve provokatif sözlerini duyduklarında kanları donuyor. Baştan aşağı silahlı savaşçılarla çevrili olan söz konusu lider videoda, işgal ettikleri vatandaşların mahallelerini ve evlerini terk etmeyi düşünmediklerini söyledi. Hartum'daki mahalle sakinlerine “Biz bu toprakların insanlarıyız. Hartum bizim hakkımız (mülkümüz)... Neden oradan çıkalım? Biz Hartum’dan çıkmayacağız çünkü biz asıl ve baş olanız” diye sesleniyordu.
Lider, kendi kuvvetleri (Hızlı Destek Kuvvetleri) arasında asayişsizlik ve kurallara aykırı davrananların olmadığını iddia ediyordu ama Sudan halkı ve tüm dünya bu güçlerin menfur uygulamalarını ve işledikleri ihlalleri biliyor. Ayrıca kuvvetlerinin tüm Sudan halkını temsil ettiğini ve hiçbir ayrım yapmadığını da iddia ediyordu fakat Darfur'da insanları etnik kökenlerine ve kabilelerine göre öldürdüklerine ve yerlerinden ettiklerine dünya tanık oldu. Bugün de ırkçı söylemlerini Darfur’daki benzer uygulamalarıyla Hartum'a taşıyorlar.
Elbette ne Hartum'dan ne de aralarından birinin deyimiyle, vatandaşların “rahatlık ve serinlik buldukları” evlerinden ayrılmayacakları gibi sözlerin söylendiği ses kayıtları ve videoları yayınlanan tek kişi bahsi geçen lider değildi.
“Savaşa hayır” sloganı atanlar, bunun Hızlı Destek Kuvvetleri’nin geleceği açısından ne anlama geleceğini halka anlatmıyor. Bu, söz konusu gücün tekrar sahneye dönerek aktörlerinden biri olması anlamına mı geliyor?
Hızlı Destek Kuvvetlerinin orduya entegrasyonundan bahsediyorlarsa, tüm olanlardan ve dökülen onca kandan sonra bu kabul edilebilir ve makul olur mu? İki taraf arasında güven yeniden tesis edilebilir mi? Hızlı Destek Kuvvetleri askeri doktrini olmayan, öldürmek ve yağmalamaktan başka bir şey bilmeyen ve liderliği dışında kimseye sadakat borcu olmayan kabile temelli bir milis gücüdür.
Bu durumda, şimdi orduya entegrasyonu ne anlama gelecek? Bu milisleri ve liderlerini affetmek, Hartum ve Darfur'da işledikleri tüm suçları görmezden gelmek anlamına mı gelecek?
Hızlı Destek Kuvvetleri tüm bu ihlalleri işlerken, ordunun onu kovmak için mücadele ettiği, müzakerelerde vatandaşların evlerinin, kamu ve hizmet tesislerinin boşaltılmasını şart koştuğu halk tarafından görülüyor. Ordu vatandaşlara zarar vermiyor ve ihlallerde bulunmuyor. Hal böyle iken iki tarafı nasıl eşit görebiliriz?
Bazı ÖDBG-Merkez Konseyi yanlılarının orduyu sokaklarda insanları öldüren, evlerini kasten bombalayarak onları yerinden eden tarafmış gibi gösterme çabası, gerçekleri ters yüz etmektir. Uzak-yakın herkesin tanık olduğu çeşitli ihlaller ve vahşetlerle kirlenmiş olan Hızlı Destek Kuvvetleri sayfasını aklamaya ve orduyu suçlu göstermeye yönelik apaçık bir kötü girişimdir.
Müslüman Kardeşler düşmanlığı, tek başına vatan inşa edecek bir siyasi proje ve her şeyi haklı çıkaran bir gerekçe değildir. Bu koşullarda Hızlı Destek Kuvvetleri ile ittifak yaparak ülkenin ordusuna karşı durmayı kesinlikle haklı çıkarmaz.
ÖDBG-Merkez Konseyi liderlerinden Yasir Arman'ın önceki gün, bu ay Addis Ababa'da Afrika Birliği ve Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD) himayesinde yapılması beklenen Sudan ulusal diyaloğunu organize etmek için devam eden temaslar vesilesiyle açıkladığı tutumunu okudum. Arman, feshedilen Ulusal Kongre Partisi ile müzakerelerdeki cephesinin, savaştaki rollerinden dolayı ödüllendirilmemesi gerektiğini söylüyor. Aralık 2018 devriminde "Ulusal Kongre" rejimini devirerek halkın parti hakkındaki son sözü söylediğine inanıyorum. Keza bu sıkıntıdan kurtulmak için geniş bir ulusal mutabakata varma çabalarında bugünün koşullarının, eski rejime karşı çıkan ve onun yönetim siciliyle ilgili konumlarını gözden geçiren İslami güçlerin de müzakerelere dahil olmasını gerektirdiğine inanıyorum. Bu inancımla Arman'ın yazısını okuduğumda aklıma şu soru geldi: Hartum'u yerle bir eden, Hartum ve Darfur'da en menfur ihlalleri gerçekleştiren Hızlı Destek Kuvvetlerini ödüllendirmeli miyiz?
Ulusal Kongre Partisi’nin savaştaki rolü nedeniyle tecrit edilmesini talep ederken;” savaşan, kan döken, vatandaşların evlerini ve hizmet tesislerini yerle bir eden ve işgal eden Hızlı Destek Kuvvetlerinin tecrit edilmesini nasıl istemeyiz?
İşlediği tüm ihlalleri ve mezalimleri, sebep olduğu tahribatı affederek Hızlı Destek Kuvvetlerini ödüllendirmek ve etkin bir taraf olarak sahneye geri dönmesini sağlamak, korkunç sonuçları olacak aptalca bir bahistir. Bu, onu ve diğer silahlı hareketleri bir şekilde Hartum'u yeniden "işgal etmeye" teşvik edecektir.
Dediğimiz gibi, nasıl ki Hızlı Destek Kuvvetleri ve liderliği ülkeye ve halkına karşı yaptıklarından dolayı ödüllendirilemezse, Sudan'ın bedelini ağır bir şekilde yıllarca ödeyeceği bu savaşın başlamasına neden olan herhangi bir tarafı ödüllendirmek de mümkün değildir.
Aklı başında hiç kimsenin savaşın durmasını reddedeceğini düşünmüyorum. Ancak bu, Sudan'ın güvenlik ve istikrarından feragat edilmesiyle sonuçlanacak, detaylarında istikrarsızlığı ve gelecekteki savaş olasılıklarını taşımaya devam edecek anlaşmalar ve manevralara değil, güvenlik ve istikrarı garanti eden standartlara göre gerçekleşmeli.