Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Sosyal sermaye

Bu yazının başlığını, Samuel Huntington ve Lawrence Harrison'ın editörlüğünü yaptığı ‘Culture Matters: How Values Shape Human Progress’ (Kültür Önemlidir: Değerler İnsanın İlerlemesini Nasıl Şekillendirir?) adlı kitaba katkısı olan, ABD’li tanınmış düşünür Francis Fukuyama'dan ödünç aldım. Fukuyama’nın makalesi, kültür ve ekonomi arasındaki diyalektik ilişki etrafında dönüyor.

Ekonomik hareketliliğin kesinlikle kültürel dönüşümlere yol açtığı, modernleşme teorisinde (ve klasik kalkınma teorisinde) yaygın bir aksiyomdur. Bu önermeye katılıyorum ancak ayrıntılarında tereddüt ediyorum. Bu tereddüdümü daha önceki bir çalışmamda ayrıntılı olarak açıkladım. Ancak bu tereddüt, o teorinin temelini oluşturan argümanların değerini asla azaltmaz.

Ancak bugünkü konumuz bu değil. Amacım ters yönü işaret etmek, yani önemli bir soruyu açıklamak: Ekonominin kültürü değiştirdiği gibi kültür de ekonomiyi değiştirebilir mi?

Peki, bu soru bizim için neden önemli?

Kuşkusuz, uluslar kendi kültürlerini yüceltirler ve onları diğer uluslardan ayrışmalarının ve övünmelerinin temel bir unsuru olarak görürler. Hint düşünür Amartya Sen'in herhangi bir çalışmasını okursanız, Hindistan kültürünü dünya tarihinin bilgelik merkezi olarak gördüğünü fark edersiniz. Araplar kendilerini üstün ulus olarak görürler ve dillerinin en geniş ve en zengin dil olduğunu iddia ederler. Diğer kültürlere mensup olanlar da benzer tavırlar takınırlar.

Ancak övündüğümüz bu kültür, kendi başına ilerlemeyi engelleyen veya yavaşlatan bir faktör olabilir. Diğer yandan macera, keşif, sorumluluk ve iş birliği duygusunu güçlendirirse, ilerlemenin itici gücü de olabilir.

Bu konuyu birçok yazar ele almıştır. Örneğin, Araplar ve tanıdığı veya duyduğu milletler hakkında yazdığı 'Mukaddime'siyle İbn Haldun'a atıfta bulunmak gerekir. Ancak, bu konuyu bilimsel bir şekilde ele alan en önemli kişi, benim bildiğim kadarıyla Max Weber'dir. Weber, 'Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu' adlı kitabında deneysel-açıklayıcı bir yaklaşım kullanarak, iki toplumun ekonomik hareketini karşılaştırmıştır. Weber, Protestan doktrininin, özellikle Reformcu rahip John Calvin'e atfedilen versiyonunun, dünyevi çalışmayı küçümseme ve insanı öldükten sonra öbür dünyadaki hayatına kavuşturan çalışmanın yüceltilmesi eğiliminde olan Katolikliğin aksine, yaratıcı ekonomik faaliyeti teşvik eden etkili bir değerler ve kriterler sistemi sağladığı sonucuna vardı.

Weber'in tezleri, özellikle Avrupa merkezciliğine olan inancından kaynaklandığı söylendiği için şiddetli muhalefetle karşılaştı. Ancak yine de bir ülkenin ekonomisinin gücü ile sakinlerinin kolektif bilincinin oluşumu arasındaki ilişkiyi incelemek için güçlü bir başlangıç ​​noktası oluşturdu.

Güzel. Peki, ya biz?

Toplumumuzda hakim olan kültürün ilerlemeyi teşvik ettiğinden veya tam tersi olduğundan emin olabilir miyiz?

Bence bu, belki de faydasız tartışmalara yol açabilecek türden yanlış bir sorudur. Çünkü her kültür, bu tür unsurları ve karşı unsurları içerir. Örneğin, "Falanca kültür kısıtlayıcı veya engelleyicidir" derseniz, bu, dikkati onun olumlu yönlerinden uzaklaştırabilir ve takipçileri arasında bir savunma ya da haklılık duygusu uyandırabilir. Bunun yerine, sorunu analiz etmek ve taraflarını ortaya çıkarmak için tasarlanmış gerçekçi bir tartışmaya yol açabilir.

Fukuyama'ya geldiğimizde; kendisi yalnızca bu parçalarla ilgilendi. Fukuyama, bunu ‘sosyal sermaye’ olarak adlandırdı. Buna göre sosyal sermaye bir ülkenin genel kültüründe sabitleri oluşturan değerler, kavramlar ve standartlar bütünüdür; yani ‘kolektif akıl’ dediğimiz şeyin düzenleyicileri ve belirleyicileridir. Bunlar, ülke halkının tamamının paylaştığı sabitlerdir ve kendi aralarında anlayış ve paylaşımın, iş, para ve fikir paylaşımının temelini oluştururlar. Dolayısıyla sosyal sistemin daha verimli çalışmasını sağlayan bir tür uyumlu kolektif eylem yaratır.

Ekonomik bloğu veya iş birliğini oluşturan değerlerin, standartların ve kavramların her biri tartışma konusudur. Bu değerlerin rolünü, olumlu veya olumsuz, belirlemek, genel kültürümüzün ilerleme cephesinde mi yoksa tam tersinde mi olduğunu belirlememize yardımcı olur. Bu konuya ilerleyen günlerde yeniden değineceğiz.