Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Afrika: Altın yumurtlayan kıta

“Sıfırlamak!” Bu, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Afrika’ya yönelik ilk ziyaretinde kullandığı sihirli kelimeydi. Yanında, Trump yönetiminin ‘yıllarca süren ihmalinin’ geride kaldığı ve Biden yönetiminin, ABD’nin çalkantılarla dolu Afrika kıtasıyla ilişkilerinde yeni bir ufuk aradığı mesajını taşıyordu. Ancak çok az kişi hatırlıyordur ki, Hillary Clinton da ilk Obama dönemi sırasında ABD-Rusya ilişkileri için aynı ifadeyi kullanmıştı.

Ancak Hillary’nin bahsettiği ‘sıfırlamanın’ tehlikeli bir yanılsamadan başka bir şey olmadığının fark edilmesi 10 yıl sürerken, Blinken’ın bu klişeyi kullanmasının, iki yıldan kısa bir süre içinde başka bir büyük aptallık olduğu ortaya çıktı. Elbette Biden yönetimi, harika vaatlerin yanı sıra sayısız fotoğrafla sonuçlanan bir ABD-Afrika zirvesi düzenleyerek her zamanki diplomatik oyununu sergiledi. Washington daha da ileri giderek, Fransız kuvvetlerinin ve Avrupa Birliği’nden (AB) gelen diğer güçlerin yardımıyla Sahel bölgesindeki ‘terör örgütleri’ni ortadan kaldırmak için Nijer’e bir kuvvet de gönderdi.

Ancak o zamandan bu yana ‘sıfırlama’ süreci ABD ve Avrupalı ​​müttefiklerinin stratejik çıkarlarına ters gitti. Sahelülkelerinden dördü, göğüslerinde çeşitli madalyalar bulunan Batı karşıtı generallerin iktidara geldiği askeri darbelere tanık oldu. Sahel’den pek de uzak olmayan Gabon, sarayda bir darbe olarak görünen bir rejim değişikliğine tanık oldu. İlgili tüm ülkelerde, Batı karşıtı ve darbe yanlısı spontane gelişen gösterilerde Rus bayrakları ve Wagner paralı asker ordusunun amblemleri göründü.

Afrika’nın deneyimli gözlemcileri haklı çıkarsa, önümüzdeki iki yıl içinde kıtadaki en az sekiz ülkede daha askeri darbeler yaşanabilir.

Halihazırda New York’ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, nüfuz dairelerini genişletme ya da en azından sahip oldukları nüfuzu koruma çabası içerisinde Çin, Rusya, Fransa, ABD ve daha küçük ölçekte Türkiye arasındaki büyük güç rekabetinin en son sahnesi olarak Afrika’ya ışık tuttu.

Öte yandan Fransız diplomatlar, Afrika’da diplomatik sınır çizgileri oluşturmak için dünyanın uluslararası bir konferansa ihtiyaç duyabileceği mesajını duyurdu. Bu, adeta 1887’deki Berlin Konferansı’na dönmeyi çağrıştırıyor. Söz konusu tarihte Avrupalı ​​sömürgeci güçler, kara kıtayı kendi aralarında bölmeye koyularak ABD’ye Liberya şeklinde küçük bir lokma verilmişti. Washington Liberya’yı Afrika kökenli ABD’lileri ‘vatanlarına dönmeye’ ikna etme umuduyla kurmuştu.

Bugün Afrika artık eskisi gibi değil. Pek çok başarısızlığın damgasını vurduğu ancak Afrikalılar arasında hala gurur ve umut kaynağı olan bağımsızlıktan iki nesil sonra, ‘büyük güçler’ artık oyunu kendi kurallarına göre oynayamıyorlar. Bugün Afrika hem demografik bir tehdit hem de gelecek vaat eden bir potansiyel olarak görülüyor. Varsayılan tehdit, sayısız potansiyel göçmeni yalnızca Avrupa’ya değil aynı zamanda Orta Doğu’ya da itebilecek demografik patlamadan geliyor. Ayrıca kıtanın bazı kısımları, Afrika’yı savaşın harap ettiği Afganistan ve Suriye’nin çorak topraklarına bir alternatif olarak gören çeşitli terörist grupların veya Obama’nın deyimiyle “şiddet yanlısı radikal” grupların sığınaklarına dönüştü.

Bununla birlikte, kıtanın gelecek vaat eden bir potansiyel olarak görülmesine gelince, bu, kıtadaki geniş ve çoğunlukla el değmemiş doğal kaynaklarla ilgili. Afrika, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 16’sını barındırırken, yeryüzündeki ekilebilir arazilerin yaklaşık yüzde 60’ını elinde bulunduruyor.

Ancak Dünya Gıda Programı’na (WFP) göre kıtanın 56 ülkesinden en az 14’ü kıtlıktan sadece birkaç ay uzaktayken, diğer 30 ülke de gıda eksikliği ve kronik açlıkla karşı karşıya. Genelde zengin ülkelerin isteklerini sağlayan ticari mahsul ekonomisi, yerel halkın ihtiyaç duyduğu temel gıda ürünlerinin üretimini engelliyor. Örneğin, kahve, kakao ve pamuk ekimlerinin neredeyse tüm Batı Afrika ülkelerini pirinç, buğday ve diğer tahıl ithalatına bağımlı hale getirdiğini ve Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının feci yansımalarının buradan geldiğini görüyoruz. Kaynakları bölge insanının beslenmesine yönlendirilirse Gine tek başına bölgesinin gıda sepeti haline gelebilecek güçte.

Afrika’nın en nadide ve en çok rağbet görenlerinin de dahil olduğu geniş maden kaynakları, uzun vadeli sözleşmeler, sonu bir kısmının birkaç kişinin cebine girerek bittiği krediler ve tabii ki 20’den fazla ülkenin sembolik askeri güçleri şeklinde yeni biçimlerde de olsa sömürgeci hegemonyasının ağzını sulandırıyor.

Öte yandan, geleceklerinden endişe duyan yerel yönetici elitler daima eski sömürge başkentlerinde kendilerine sığınaklar inşa etmeye çalışıyorlar. Gabon’un yeni askeri yöneticileri, devrilen diktatör Ali Bongo ve babası merhum Başkan Omar Ali Bongo’nun, Komünist Parti dışında sağ ve sol tüm Fransız siyasi partilerini yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca finanse ettiğini ortaya çıkardı.

Sorun şu ki, ‘büyük güçler’ Afrika kaynaklarını ele geçirme arzusuna rağmen, hiçbirinin kıtaya yeni bir sömürge gündemi dayatmak için nüfuzu ya da -şöyle diyelim- gerekli gücü yok. Ayrıca büyük oyuna yeni katılan Çin ve Rusya’nın ne bilgisi,ne iletişim ağı, ne de siyasi ve kültürel çekiciliği var ve bunlar olmadan hiçbir emperyalist ya da neo-emperyalist plan başarılı olamaz.

Hâlâ bu tür avantajlara sahip olan Avrupa ülkeleri, özellikle de İngiltere ve Fransa, kamuoyunun kara kıta ile herhangi bir özel ilişkiye kayıtsız kalması ve buna belki de düşmanca bir tavır takınmasından ötürü engel yaşamaktadır. ABD’ye gelince, kendi kültürel ve siyasi iç savaşına o kadar batmış görünüyor ki, çok az kişi uzun vadeli bir müttefik veya ortak olarak ona bel bağlamak ister.

Öte yandan Afrika konusunda büyük bir konferans düzenlenmesi fikri de kabul edilebilir görünmüyor. Nitekim böyle bir konferans neo-sömürgecilik konusunda alarma neden olabilir ve ayrıca kıtanın içinde ve dışında halk desteği alamayabilir. Bu olmadan başarısızlık kaçınılmaz görünüyor. Daha da önemlisi, Afrika ülkeleri kendi ikili ve çok taraflı sorunlarından o kadar çok çekiyorlar ki, herhangi bir uluslararası ‘sıfırlama’da ortak bir duruş sergileyemezler.

Bugün Afrika, ulus inşasında 56 farklı deneyimden oluşuyor. Bu deneyimler bazı önemli başarılara ve birçok kaçınılmaz başarısızlığa tanık oldu. Şimdi ise pek çok Afrika ülkesinde, oyuna yeni bir oyuncu girdi; daha genç, daha iyi eğitimli, daha hırslı ve aynı zamanda emperyal güçlerin altın tavuğun nimetlerini tüketirken gözlerini kaçıran 19. yüzyıldaki seleflerinden daha az saf bir nesil…

Herkese uygun tek bir plan bulmak imkansız olsa da Afrika ile ilişkileri ‘sıfırlamanın’ belki de en iyi yolu ikili temelde çalışmaktır. Ulus-devletin geri dönüşüyle ​​birlikte, eski Avrupa’da bile, bunu Afrika’nın küresel düzeni tekrar şekillendirmedeki rolünü yeniden tanımlamanın en iyi yolu olarak görmekten bizi alıkoyan bir şey yok.