Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Fox News'daki röportajı öncesi, sonrası ile aynı değil. Röportajın en önemli kısmı ise “Suudi Arabistan İsrail ile barış ilişkisi kurmaya her geçen gün daha da yaklaşıyor” sözleriydi. Bu, Hamas'ın başlattığı savaştan önce de geçerliydi, savaştan sonra da geçerli. Dahası, bu savaşın stratejik sonuçları nedeniyle daha da geçerli, zira bu, Ortadoğu'da barış sürecine karşı kesin bir İran darbesidir. İran böyle bir darbeye girişti çünkü barış gerçekleştiğinde, Prens Muhammed'in röportaj da belirtildiği gibi, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan en önemli olay olacak.
Bölgede yaşanan sarsıcı olaylar bağlamında barıştan bahsetmek tuhaf görünebilir. Ancak tam da böyle anlarda barıştan bahsetmek daha zorunlu hale geliyor. Bugün ve önümüzdeki haftalarda, belki de aylarda yaşayacaklarımız sadece iki taraf arasındaki bir iç çatışma değil, kapsamlı Arap-İsrail barışı yoluna karşı tam bir darbedir. Binaenaleyh Arap barış kampı, Arap geleceğinin ve İsrail dahil tüm bölgenin geleceğinin şekillendirilmesiyle ilgili neyin önemli olduğu konusunda stratejik ve ahlaki açıklığa en çok ihtiyaç duyduğu bir zamandan geçiyor.
Devam eden savaş, yarattığı duygusal patlamaya rağmen İsrail tarihinin en kötü hükümetlerinden birinin kibrinin sonucu. Bu, onlarca yıldır denenen ve yalnızca bir dizi trajedi ve sefalet yaratan geçmişi yeniden üretmeye yönelik kesin bir çağrı.
Arapların ve İsrail’in bugünkü siyasi tutumları ve elitlerinin pozisyonu, yalnızca mevcut çatışmanın doğrudan sonucunu belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda önümüzdeki on yıllar boyunca bölgedeki jeopolitik sahnenin taşlarını da döşeyecek.
Mevcut durum, İran'ın İsrail'de sağcı eğilimleri körükleyen bir dizi intihar saldırısına sponsor olduğu doksanlı yılların ortalarına ait anıları hatırlatıyor. Saldırılar sonunda dönemin İsrail başbakanı İzak Rabin’in bir suikasta maruz kalmasına ve bir bütün olarak barış sürecinin ölmesine yol açmıştı. İran'ın Filistinli intihar bombacılarına yaptığı yatırım ve İsrail'deki sağcı eğilimlerin güçlenmesi, tüm barış umutlarını fiilen sona erdirmişti. Bu durum İkinci İntifada’nın önünü açmış ve Oslo Anlaşması'nın temellerini dağıtmıştı.
İran, 1990'larda olduğu gibi bugün de bölgeyi Mollalar rejiminin vizyonundan farklı bir yöne götürmeyi amaçlayan belirli Arap seçeneklerini baltalamak gibi daha geniş ölçekte olsa da aynı hedeflere ulaşmak için tüm Gazze Şeridi'ni en büyük toplu intihar eyleminin içine itti.
İran Dini Lideri Ali Hamaney, savaşın başlamasından önce "barışa bahis oynayanlar, kaybeden ata bahis oynuyorlar" uyarısında bulunmuştu. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ise İsrail ile normalleşmeye yönelik her türlü girişimi kınamış ve bunları "gerici" olarak nitelendirmişti. İran'ın bu söylemi ile Hamas savaşı arasındaki örtüşme, İran'ın Hamas'ın kararında oynadığı rol hakkında ısrarlı soruları gündeme getiriyor. Ama Reisi'nin Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ve İslami Cihat Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nahale ile yaptığı telefon görüşmeleri, belirli bir stratejik vizyon çerçevesinde uyum içinde çalışan çok taraflı bir oluşumla karşı karşıya olduğumuz konusunda şüpheye pek yer bırakmıyor. Hedeflere gelince, İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakiri'nin Mescid-i Aksa Tufanı operasyonuna ilişkin açıklamaları netti. İsrail'i kastederek, "Normalleşme sürecinin gülünç önerisi gibi çaresiz çabalar, bu örümcek ağının gerileyişini ve çöküşünü yavaşlatamayacaktır" dedi.
Bu anlamda birbiriyle tamamen çelişen iki proje arasındaki bir çatışmanın ortasındayız. Keza yeni olan, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki mevcut barış süreçlerinin, özellikle de İbrahim Anlaşmaları ile potansiyel Suudi Arabistan barış sürecinin, Ortadoğu diplomasisinde niteliksel bir değişim oluşturmasıdır. Çoğunlukla ciddi Amerikan ve Avrupa etkisi altında varılan önceki barış anlaşmaları veya girişimlerinden farklı olarak, bu yeni anlaşmalar büyük ölçüde bölgesel paydaşların kendi organik çıkarları tarafından yönlendiriliyorlar. Odak noktaları yalnızca siyasi pozisyonlar veya uluslararası beklentileri gerçekleştirmek değil, aynı zamanda karşılıklı ekonomik kazanımlardır. Teknolojik iş birliği, güvenlik ortaklıkları, tüm Ortadoğu'yu petrol zenginliği ile ve onsuz uluslararası ekonomik denklemin merkezine yerleştirmeyi amaçlayan ticaret hatlarının ve tedarik zincirlerinin geliştirilmesidir.
İlgili ülkelerin yerel dinamikleri ve ihtiyaçlarına dayanan bu barış süreci, bu girişimlere daha önceki çabalarda çoğunlukla eksik olan bir düzeyde özgünlük ve sürdürülebilirlik kazandırıyor. Dolayısıyla İran bu gelişmeyi yalnızca dışarıdan empoze edilen barış vizyonlarını kabul etmek değil, Arap dünyasında İsrail'e yönelik değişen tutumların bir yansıması olan radikal bir dönüm noktası olarak görmekte haklı.
Şimdiki barış süreçlerinin bu iç motivasyonlarının, daha önceki barış girişimlerini sekteye uğratan jeopolitik gelgitler karşısında onlara daha fazla dayanıklılık sağladığını Filistinlilerin anlamaları önemli.
Bölgedeki belirli ülkelerin öncülük ettiği ve İran'ın en güçlü savaş manevralarıyla karşılık vermeye çalıştığı barış, yalnızca barış anlaşmaları ve siyasi anlaşmalardan ibaret değil. Daha ziyade, tüm bölgenin gücü, kapasitesi ve istikrarı açısından yeni türde bir bölgesel ortaklığın çerçevesi.
Suudi Arabistan-İran uzlaşması, Esed rejimine kapıları açma denemeleri, Yemen krizine siyasi bir çözüm bulma çabası, Krallığın Washington ile diyaloglarında Filistin ulusal haklarının sağlanmasına odaklanması ve diğer siyasi girişimler, bunların hepsi Arapların herkese, refah ve istikrar vaat eden yeni bir Ortadoğu için yaptığı çağrıdan yararlanmaya bir davettir.
Bunun karşısında İran ve müttefikleri, tüm trajedileri ve sefaletleriyle bölgenin geçmişinin geleceği olmasını seçti. Bu bağlamda Filistinlilerin bu savaş sonucunda kaybettikleri fırsatın boyutunu ancak zaman ortaya çıkaracak.
Ortadoğu halkları arasında barışa ilgi duyanlar ise bu sürece katılanlar ve isteyenlerle birlikte ilerlemeliler.
Şimdi artık barışa kararlı bir şekilde bağlı kalma anı. Bundan daha azı, İran'a Ortadoğu'nun özelliklerini kendi vizyonu ve projesine göre şekillendirmesine yardımcı olacak büyük bir bölgesel zafer kazandıracak.
Bu, en yüksek derecede stratejik netlik ve ahlaki cesaret gerektiren bir dönüm noktası.
Bugün barışı talep edin, yarın dayatın ve gelecek için koruyun.