Lübnan'da Hizbullah'ın silahları konusundaki anlaşmazlık, egemenlik savunucuları ile ‘direniş’ destekçileri arasındaki iç çatışmanın ötesine geçerek, 2023-2024 İsrail savaşının ardından Hizbullah’ın kendisini sarsan varoluşsal krizin yoğun bir ifadesi haline geldi.
Hizbullah'ın parlamento grubu başkanı milletvekili Muhammed Raad, ‘Ölmek ya da silahları teslim etmek’ sloganını attığında, ekibinin tek bir seçeneği olduğunu biliyor: kalan silahlarına sıkı sıkıya sarılmak. Çünkü silahları teslim etmek, siyasi ve ideolojik yapısının bir anda çökmesi anlamına geliyor.
Bu tutumlar sadece siyasi inatçılık değil; Hizbullah, ideolojik yapısı ve bölgesel bir projeyle yapısal bağlantısı nedeniyle, doğasında herhangi bir temel değişiklik kabul etmeyen katı bir varlık. Gücü, silahın sadece bir araç değil, bir kimlik olduğu fikri etrafında şekillenmiş.
Aslında Lübnanlılar, Hizbullah'ın siyaset veya ekonomi alanlarında ‘direniş’ ve bölgesel çatışmanın gereklilikleri dışında herhangi bir iç projesi olduğunu hiç bilmediler. Dolayısıyla silahlardan vazgeçmek, Hizbullah'ı sıfırdan yeniden tanımlamak anlamına gelir ve bu da Hizbullah'ın doğasına aykırıdır ve varlık sebebiyle çelişir.
Bu katı yapı altında Hizbullah inatçılığını sürdürerek, Lübnan devletinin zayıflığının devam etmesi ve silahsızlanma taahhütlerini yerine getirememesi gibi, neredeyse hayal sınırındaki değişkenlere bahis oynuyor. Bölgesel kaos olasılığı ve Suriye'de ortaya çıkan siyasi denklemin sarsılması, İran'ın Hizbullah ve silahlarının varlığını koruyan tutumunu en üst düzey yetkililerin ağzından dile getirdiği sürekli desteği de buna dahil.
Ancak bu bahisler, Hizbullah’ın kendi başına yaratabileceği veya yönetebileceği yollara değil, zamanla aşınan dış olaylara ve koşullara dayandığı için şansa güvenmek veya mucize beklemek gibi görünüyor.
Yıllar süren çöküşün ardından Lübnan devlet kurumları, daha geniş Lübnan kesimleri arasında uyumlarını, itibarlarını ve güvenilirliklerini yeniden kazanmak için yavaş da olsa harekete geçiyor. Bu durum, Hizbullah’ın devletin konumunu sorgulamak ve varlığını meşrulaştırmak için uzun süredir güvendiği iftira ve karalama söylemini zayıflatıyor.
Suriye'deki stratejik boşluğa yapılan bahis ise -Hizbullah’ın herhangi bir yeni kaosun kendisine yeniden hareket alanı açacağını umduğu- açık jeopolitik çatışmaların azaldığını ve bölgesel nüfuz hatlarının pekiştiğini, böylece Şam rejimine daha büyük bir istikrar payı sağladığını gösteren saha ve siyasi verilerle çelişiyor.
On yıllardır Hizbullah’ın varlığının temel direği olan İran desteği bile, boğucu bir ekonomik kriz ve iktidardaki seçkinlerin yeni bir aşamaya yönelik hassas hazırlıkların bir parçası olarak nüfuz merkezlerini yeniden düzenlemekle meşgul olması nedeniyle giderek artan kısıtlamalarla karşı karşıya. Bu durum, 12 günlük savaş sırasında İsrail'in ağır darbelerine maruz kalan askeri ve güvenlik altyapısını yeniden tesis etme girişimiyle paralellik gösteriyor. Bu koşullar, Tahran'ı müttefiklerine, özellikle de Hizbullah'a desteğini artırmadan önce savunma ve mali önceliklerini yeniden düzenlemeye zorluyor.
Her şey, Hizbullah’ın kelimenin tam anlamıyla bir varoluş mücadelesi verdiğini gösteriyor. Siyasi dönüşümün, silahlı grupların nüfuzlarını sürdürmeleri için bir can simidi işlevi gördüğü birçok deneyimin aksine, Hizbullah'ın daha derin ikilemi, onu silahlarına rehin kalmaktan muaf tutacak nesnel koşullardan yoksun olmasıdır.
İrlanda Cumhuriyet Ordusu, Britanya ile olan çatışmada derin kökleri olmasına rağmen, İrlanda'nın birleşmesi ve Katolik milliyetçilerin haklarının korunması gibi açık bir yerel milliyetçi davanın içinde hareket ediyordu. Bu mesele, askeri yoldan siyasi yola geçmek için büyük bir esneklik sağladı ve bu, 1998'deki Hayırlı Cuma Anlaşması ile gerçekleşti. Anlaşma, siyasi kanat Sinn Fein’e sistemde güçlü bir varlık sağladı.
Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri, uyuşturucu ticaretine kayarak meşruiyetinin bir kısmını yitirmesine rağmen, Kolombiya'daki sosyal ve ekonomik çatışmayla bağlantılı bir iç gündem çerçevesinde hareket etmeye devam etti. Bu da, barış anlaşmasına girmesine ve siyasi hayatta sınırlı da olsa bir yer edinmesine olanak tanıdı.
Hizbullah ise hiçbir zaman siyasi bir dönüşümün temelini oluşturabilecek gerçek bir iç meseleye sahip olmadı. Egemenlik ve işgale karşı mücadele gibi meseleleri bile nihai hedefler olarak değil, bölgesel işlevine hizmet eden araçlar olarak ele aldı. Bu ideolojik ve yapısal bağ ve bölgesel nüfuz mücadelesinde bir aktör olarak imajı, doğasında herhangi bir temel değişikliğin neredeyse imkânsız olmasını sağlıyor. Silahları bırakmak, sadece stratejisini değiştirmek anlamına gelmiyor; varoluşunun gerekçesini ortadan kaldırmak anlamına da geliyor.
Bu nedenle Hizbullah, silahları ve sınır aşan rolüyle, hatta bu rol işlevsiz kalsa bile, mevcut hâlini sürdürmeye mahkûm görünüyor. Devlet kurumlarının aşamalı biçimde erozyona uğramasını bekleyerek, bu yıpranmanın yeniden hız kazanmasıyla birlikte, Lübnan’ı siyasi çekişme sahasından tam ölçekli bir çöküş modeline dönüştürmesi ve ülkenin bu bedeli katbekat ödemesi muhtemel.