Tarih 7 Ekim 2023’ü, kimsenin hayal bile edemediği beklenmedik bir olayın pek çok anlayışı ve denklemi değiştirdiği, kendisinden sonraki pek çok olayı da değiştireceği bir gün olarak hatırlayacak. Olaydan sonra, Hamas hareketinin özel olarak hazırlandığı bir askeri eylem konusunda birisinin İsrail'i uyardığına dair bir söylem Washington'dan dolaşıma sokuldu. Böyle bir uyarının yapıldığı kanıtlanmadı ancak bu iddia önemini koruyor. Zira İsrail'in, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria'daki rakiplerinin sahip olmadığı gerek insani kaynaklar gerekse modern elektronik kaynaklardan oluşan bilgi toplama araçlarının devasa güç ve kapasitesine rağmen, askeri ve istihbarat performansı açısından ortada büyük bir zafiyet bulunuyor. Nitekim saldırıdan iki gün sonra İsrailli bir askeri istihbarat yetkilisi çıkıp şöyle dedi:
“Bir şeyler olabileceğine dair ipuçları vardı ama bu ipuçlarının ne anlattığını algılayamadık".
Bu açıklamada can alıcı nokta çok fazla ve bir kısmı tamamen açık ve net olan bilgiler değil, ‘algılayamadık’ ifadesidir. Dolayısıyla mesele esas olarak ‘algılama’, yani kavrama ve anlamakla bağlantılı. Önemli konularda hayal gücü, yenilikçilik ve kalıplaşmış kavramlardan uzaklaşma, bu bilgilerin ne anlattığını anlamlandırmada en önemli kriter haline gelir. İnsanın ‘algısının’ esas olarak zihinsel ve fikri formasyon ile kavramsal, teorik ve değerlere dayalı beslenme süreçleriyle bağlantılı olduğuna önemle dikkat çekilmeli.
Biraz geriye, Mısırlı ve Suriyeli askerlerin 6 Ekim 1973'te hem İsrail hem de ABD istihbarat servislerindeki analistlerin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail işgal güçlerine karşı harekete geçtiği 50 yıl öncesine dönersek, o zaman da şu temel soru sorulmuştu: Bu olanlar neden yaşandı? Bunun üzerine İsrail ordusunun uğradığı yenilginin nedenini belirlemek için (o dönemde İsrail Yüksek Mahkemesi başkanı olan) Yargıç Şimon Agranat'a nispeten Agranat Komitesi olarak bilinen özel bir komite kuruldu. Komiteye tanıkları sorgulama ve ilgili tüm belgeleri inceleme yetkisi verildi. 90 ordu komutanı ve istihbarat liderinin ifadelerini dinledikten ve çok sayıda belgeyi inceledikten sonra komite misyonunu şu şekilde tanımladı: İsrail Savunma Ordusu, Arap saldırısını öngöremediği gibi, stratejik açıdan da savaşta neden başarısız oldu? Hata gelen bilgilerde mi yoksa o bilginin algılanmasında mıydı?
Komite biri özet, biri geniş, biri de Ocak 1975'te yayınlanan nihai rapor olmak üzere art arda yayınlanan üç rapor hazırladı. Nihai raporun bir kısmının 20 yıl sonra yayınlanmasına izin verildi. Nihai raporda ‘1973 savaşındaki stratejik askeri başarısızlık’ olarak tanımlanan durumun dört ana nedeni belirlendi. Birinci neden, askeri istihbarat servislerinin ellerine geçen bilgilerin siyasi analizinde başarısız olmalarıydı. Sorun bilgi eksikliğinde değil, bu bilgilerin analizindeydi. İkincisi, İsrail askeri istihbaratının 1967 savaşından sonra kök salan ve raporda ‘algı’ olarak tanımlanan şeye bağlı kalmasıydı. Bu algı, Arap ülkelerinin iki koşul olmadan askeri bir çatışmaya giremeyeceğini öngörüyordu. Bu koşulların ilki Suriye’nin Mısır ile anlaşmadan saldıramayacağı, Mısır’ın da hava üstünlüğünü temin etmeden saldırmayacağıydı. Üçüncü neden, Sina'daki İsrail kuvvetlerinin Mısır kuvvetlerinin Süveyş Kanalı'nı geçmesini engelleyememesi veya kendisine karşı koyamamasıydı. Dördüncüsü, yedek kuvvetlerin seferber edilmesinde gecikilmesiydi. Bu da savaşın ilk günlerinde İsrail'in kayıplarının artmasına neden oldu ve karşı saldırıyı geciktirdi.
Nihai rapor, istihbarat servislerinin ellerine geçen, Mısır ve Suriye cephelerinde olup bitenlere dair ayrıntılı açıklamalar içeren büyük miktarda bilgiyi analiz ederken dayandıkları ‘algının’ anlamına ilişkin kapsamlı bir açıklama da içeriyordu. İsrail istihbarat servislerinin ellerindeki bilgiler her iki cephede de kuvvetlerin yoğunluğu, topların sayısı ve uçakların yerleri, uzak bölgelerden iki cepheye asker sevk etme çalışmaları açısından pek çok ayrıntı veriyordu. Ancak istihbarat servislerinin tüm tahminleri, Mısır ve Suriye'nin irade eksikliği ve yetersiz silahlanmanın yanı sıra iki ülkenin halen 1967’deki yenilginin etkilerini yaşamaları, liderlerinin yeni bir yenilgi korkusuyla İsrail'le karşı karşıya gelmekten çekinmeleri nedeniyle bir saldırı düzenleme fırsatlarının neredeyse yok olduğu sonucuna vardı.
Bu ‘algı’, yani karşı tarafın zayıflığı ve kendi gerçekliğini değiştirecek araçlardan yoksunluğu karşısında aşırı kibir ve güç duygusuyla pekişen ön algı, var olan ve tamamen farklı bir şeye işaret eden tüm bilgilerin öneminin ve anlamının takdir edilememesinin temel nedeniydi.
Bu noktada Mısır ve Suriye tarafından askeri istihbarat servisi ve diğer istihbarat servislerinin analistlerini kör etmek, dikkatlerini dağıtmak, sahip oldukları yanlış ön algıyı pekiştirmek için uygulanan ve artık bilinen başarılı stratejik aldatma planına da işaret edebiliriz. Aldatma planı onların sahada gerçekte neler olup bittiğine dair gerçeğe ulaşma konusunda zihinsel yeteneklerini etkiledi ve ardından daha önce hayal bile edilemeyen büyük sürpriz gerçekleşti.
Gazze Şeridi'nde savunmasız masumlara karşı tüm savaş yasalarını ihlal ederek hâlâ aşırı bir kibirle sürdürülen bombardıman, yıkım ve öldürmelerin sonuçları ne olursa olsun, Filistinli grupların başardığı ‘sürprizi’ tartışmak üzere başka bir komitenin kurulacağına neredeyse eminim. Bu komite de tıpkı Agranat Komitesi'nin tavsiyesi üzerine görevlerinden alınan Golda Meir ve birçok askeri liderin başına geldiği gibi, ülkenin güvenlik meselelerini idare etme konusunda ehil ve liyakat sahibi olmadığına karar verdiği pek çok siyasi ve askeri lideri görevden alacak. Olası komite, başarısızlığın temelinde İsrail kurumlarının elindeki kapsamlı bilgilerin değil, algı eksikliğinin yattığını bir kez daha hatırlatacak. Geçmişteki algı eksikliğinden 50 yıl sonra yeniden ortaya çıkan algı eksikliği, esas olarak, Filistin halkının İsrail'in askeri ve siyasi kibrine meydan okuyacak herhangi bir güç veya imkana sahip olmadığı yönündeki yanlış kanaatle bağlantılı. Bu kanaat İsrailli seçkinlerin ve toplumun zihninde ve ruhlarında onları tatmin edecek bir şekilde kök salmış. Güç ve imkan farklılığına rağmen direniş ve meydan okumanın açık anlamlarını taşıyan olay ve aktiviteleri değerlendirirken başvurdukları tek kriter haline gelmiş.
Ayrıca şunu da iddia edebilirim ki eğer beklenen komite nesnellikle ve insanlık tarihinin bilhassa başkalarının topraklarını, bugününü ve geleceğini işgal eden, gasp eden herkese karşı ebedi direniş ve bu direnişin kaçınılmaz zaferi ile ilgili bölümünü derinlemesine okumasıyla donandığında, işgalci güçlerin yönetici elitlerinin her zaman gözünden kaçan bir gerçeğe ulaşacaktır. O gerçeğin temeli de direnişin yalnızca onlarca veya yüzlerce silahlı kişinin beklenmedik veya beklendik bir eylemi değil, aksine toprağın asıl sahiplerinden oluşan kitleler arasındaki sağlam bir inanç ve kanaat olduğudur. Bu kitleler, özgürlük ve insanlık onurları uğruna fedakarlıkta bulunmaya aşırı istekli ve hazırdırlar. Bu durumda hiçbir şey sonunda direnişin zafere ulaşmasına, işgal ve yerleşme politikalarını geri dönülemez bir şekilde yenilgiye uğratmasına engel olamaz.