Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

İnsanlar dini yaşamı şekillendirmede ortaktırlar

Daha önceki bir yazımda her nesil Müslümanın kendi çağının iman ve dindarlığına uygun gördüğü modeli oluşturma hakkına sahip olduğuna inandığımı belirtmiştim. Bu kanaat, her devrin, önceki devirlerden farklı olarak dinî hayatta bir modele sahip olabileceği anlamına gelir.

Bu fikrimi yıllar önce bir hocama sunmuştum, o da Yunan felsefesinin çok iyi bilinen kuralıyla cevap vermişti: "Her doğru sorunun bir doğru cevabı vardır ve birden fazla olamaz."

Bu fikrin bir uygulaması, şeriatın, hayatın sorularının dini cevaplarının toplamı olduğudur. Her mesele için tek bir hüküm vardır ve bu, Allah veya Peygamber'in söylediğidir.

Çoğu insan için bunun apaçık olduğunu düşünüyorum. Çünkü makul ve çocukluğumuzdan beri öğrendiklerimizle tutarlı görünüyor.

Bununla birlikte, bu ifade ciddi soruları engellemez. İlk olarak, bunun apaçık olduğunu kimin söylediğini sormak gerekir. Şeriat hukuku, Peygamberimizden bu yana tam ve eksiksizse, o zaman neden kadılar, imamlar ve fakihler günümüze kadar geçen yüzyıllar boyunca çabaladılar ve Peygamber döneminde bilinmeyen binlerce hüküm ve yorum ürettiler?

Değerli okurumuz, fakihlerin rolünün ayet ve hadisleri yeni meselelere uygulamakla sınırlı olduğunu düşünebilir. Ancak bu doğru değil. Çünkü yeni soru, yeni bir durumdan kaynaklanır, bu nedenle konuyu belirlemek için ve ona uygun metni belirlemek için çaba gösterilmesi gerekir.

Her iki çaba da bilimin ve mantığın kurallarına dayanan insan işidir. Zihnin çalışmasının, sahibinin kültürel ve sosyal geçmişinin yanı sıra, o zamanın genel bilgi düzeyine de bağlı olduğunu biliyoruz.

Size, Dr. Haydar el-Levati'nin, dünyanın düz olduğunu öne süren ayet ve hadislere dayanarak dünyanın yuvarlaklığını inkar eden bir dizi önde gelen Müslüman müfessir ve hadis aliminden alıntı yaptığından bahsetmek istiyorum. (Alroeya, 16 Ekim). Bu alimler, gerçekliğin manasıyla çeliştiğine dair deliller olsa dahi nasla çelişmenin mümkün olmadığını varsaymışlardır. Elbette çağdaş bir müfessir ya da fakihten böyle bir şey ortaya çıkarmasını beklemiyoruz. Çünkü devir değişti.

İnsanların (aralarında düşüncenin sahibi de var) tarihi ufku, konuyu anlama ve cevabını arama şeklini belirler. Bu nedenle, metnin anlamına uygun olduğunu düşündüğümüz bir fakih veya müfessirin görüşü, aslında onun kendi anlayışı veya devrinin hakim anlayışıdır.

Bu nedenle, zaman, hayatın konuları ve yöntemlerinin yanı sıra bilginin gelişmesi ve insanın doğanın gerçeklerini anlamasının genişlemesi ile değişir. Yani, tek doğru olduğunu düşündüğü cevap, sadece kendi zamanındaki ve bilgi düzeyine uygun olan en olası cevaptır. Zaman değiştiğinde ve bilgi genişlediğinde, insanlar alternatif olasılıkları keşfedeceklerdir.

Bilimlerin birbirinden bağımsızlaşması ve dar alanlara yönelmesi, son iki yüzyılda yaşanan en önemli değişimlerden biridir. Bu değişimin bir sonucu olarak, fakihler, geçmişte olduğu gibi tıp, mühendislik, astronomi veya matematik gibi bilimleri kapsamaya muktedir değildirler. Hatta şeriatla yakından ilişkili bilimler bile, genişleyen ve hassaslaşan uzmanlıklara dönüşmüştür. Bu uzmanlıklarda fakihler, uzmanlara karşı üstünlük sağlayamazlar. Bu bilimler arasında dilbilgisi, dil, edebiyat, mantık, felsefe ve tarih gibi bilimler yer alır. Ayrıca, ispat ve anlaşmazlıkları anlama, sözleşmeler ve tazminatlar gibi özel bilimler de yer alır. Bu bilimler, hakimlerin ihtiyaç duyduğu bilimlerdir.

Farklı bilimlerin şer'i hüküm konularını teşhis etmek için kullanılması ve fakihlerin, şer'i ilimler okullarının dışında gelişen yeni bilimlerden haberdar olması sonucunda anlayışının gelişmesi, Müslümanlar ve gayrimüslimler olmak üzere genel halkın katılımı, yani şeriat konularının anlaşılması ve ardından şeriat hükümlerinin formüle edilmesine katılması dediğimiz şeydir.

Öyleyse, biz fıkıhla uğraşanların, çalışmalarının çoğunda diğer alanlardaki bilim insanlarına güvendiklerini kabul etmelerini talep ediyoruz. Eğer fakihin çalışmasının değeri varsa, bunun bir kısmı onlara aittir. Bu, basitçe Müslüman nesillerin dini yaşamlarını ve dini deneyimlerini şekillendirmeye katılımı olarak adlandırdığımız şeydir. Var olan bir gerçektir, ancak kabule ve düzenlemeye ihtiyaç duyar.