Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Hani vahşi olan “bizdik”?

11 Eylül’den sonra tüm dünyada, akademik çalışmalar, siyasi söylemler, güvenlik teorileri, medya gibi alanlarda en fazla işlenen konular “terörizm, İslam, Müslümanlar, şiddet, cihadizm” gibi tek bir konunun, alt/yan başlıklarıydı.

Bu “popüler” çalışmaların basit çıktısı, İslam’ın şiddeti körükleyen bir din olduğu, Müslümanların vahşi, ilkel, gelişmemiş, kadınları evlere hapseden, çok çocuk sahibi olan, cahil, kolayca “canlı bomba” olabilecek kadar yönlendirilmeye müsait, kaba saba, entariyle gezen sapıklar olduğu şeklindeydi.

Hatta siyasi olarak Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda diktatörlüklerin olduğu, demokrasinin olmadığı, insan hak ve hürriyetlerinin kısıtlandığı, insan hakları ihlallerinin yaşandığı da mütemadiyen bir propaganda biçiminde servis edildi.

İslam ve Müslümanlara, doğal olarak Ortadoğu’ya yönelik şeytanlaştırma faaliyetleri dört bir koldan yürütüldü ve sonuçta bu olumsuz imajlar Müslümanlara yakıştırıldı, sonra da üzerlerine yapıştırılıp bırakıldı.

Müslümanlara yapıştırılan bu “vahşi” imajı, öyle inandırıcı boyuta geldi ki, bir süre sonra dünya kamuoyu önünde Müslümanlar, “insan değillermiş” gibi bir muameleye maruz kaldılar. Düşünün, Afganistan’da kadın, çocuk katleden; Irak’ta kadın ve çocuklara tecavüz eden Amerikan askerleri, birkaç tane suçlarını kendi elleriyle belgelenenleri, fotoğraflayanları hariç, bırakın yargılanmayı “kahraman” ilan edildi, savaş madalyası aldı, filmlere konu oldu, “şehit” mertebesine yükseltildi. Hatta travma sonrası stres bozukluğu yaşadıkları için kendilerine ayrıca ihtimam gösterildi. Ancak öldürdükleri siviller, bu ihtimamın binde biri kadar bile değer görmedi. Bu, ancak katledilen insanların “insan olmadığına, öldürülmeyi hak ettiklerine” inanıldığında bu kadar kolayca yapılabilir.

Müslümanların, entari giyen, sakal bırakan esmer erkeklerin, başını örten, peçe takan kadınların sırf giydikleri kıyafetler nedeniyle sorgusuz sualsiz uçaktan indirilmeleri, hiçbir delil olmaksızın terörist ilan edilmeleri, ayrımcılığa, nefret suçlarına muhatap olmaları gayet normal bir şeymiş gibi kabul edildi.

Öyle ya, İslam ve Müslümanlar korkulacak varlıklardı, Batılı beyazların, bu “vahşilerden” korkması da gayet normal bir durumdu!

Müslümanların hanesine vahşeti, kendilerine ise medeniyeti yazan batı merkezli teorik dünya görüşü ve onun pratiği, seküler, laik anlayışlar, kendilerini insan hakları bildirgesi yazan, Avrupa değerleri inşa eden, demokrasi uygulayan, nezaketi bilen, medeniyet inşa eden bir konuma koyarken, icat ettikleri sömürgecilik, ırkçılık, soykırım ve köleliğin üzerine basıyorlardı. Ama ne de olsa geçmiş geçmişte kalmıştı, artık onların hanesinde bunlar yoktu, tarih batı merkezli yazılıyor, dünyayı anlamamızı sağlayan teoriler batı merkezli inşa ediliyordu, dolayısıyla sömürgeciliği bile “ilkel varlıklara medeniyet götürdük” şeklinde bir lütuf olarak tanıtabildiler. Yırtık çok büyük yama çok küçük olduğu zamanlarda ise bunların geçmişte kaldığını, artık kendi üst medeniyetlerini inşa ettiklerini iddia ettiler. Ve evet, bu iddialarda bulunurken kendi coğrafyasına dahi kan kusturabilen Saddam Hüseyin’e ve İran’a aynı anda silah satabiliyor, ilerleyen zamanlarda dünyanın tam ortası Ortadoğu’ya, Orta Dünya’ya sivil varlığını hiç hesaba katmadan bombalar yağdırabiliyorlardı. Ama ne hikmetse vahşi olan yine bizdik; Müslümanlar!

Bu yakıştırmalar, 11 Eylül’de bir grup teröristin başta ABD olmak üzere dünyanın birkaç yerinde sivil insanları hedef alan terör saldırıları nedeniyle, milyarlarca Müslümana mal edildi.

Bugün İsrail, ABD, Avrupa ve İngiltere desteğiyle, hastane bombalamak dahil Filistin’de binlerce sivili birkaç gün içinde katlediyor daha fazlasını da yapacağını taahhüt ediyor. Tam o esnada öykü yine başa dönüyor ve İsrail için “hiçbir kırmızı çizgimiz yok ve tek kırmızı çizgimiz İsrail’in güvenliğidir” denilebiliyor. Hamas başta olmak üzere Filistinli siviller hiç imtina etmeden terörist olarak gösteriliyor. Savaş suçu kabul edilen fosfor bombası dahi kullanmaktan çekinmeyen İsrail, kendi güvenliğini sağladığı için haklı olurken, öldürülen Filistinliler “öldürülmeyi hak eden teröristler” muamelesi görüyor.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!

Şu durumda bile terörist olan şiddet yanlısı olan Müslümanlar, öyle mi?

Veyl olsun!

İsrail’e ve destekçilerine bakınca, Arınma Gecesi filmi akla geliyor. Filmin temel felsefesi şu: İnsanlar, temelde şiddete meyillidir ve içlerindeki yok etme isteğini yılda bir kez serbest bırakırsak rahatlarlar. Ve bu, yılın geri kalanında suç işleme isteğini düşürmüş olacağı için bir çeşit güvenlik sağlayıcı olacaktır.

İsrail’in Filistinlilere yönelik son saldırısı, öyle zalim, öyle pervasızdı ki, dünya kamuoyundan bir kınama bir engelleme beklentisi oldukça yüksekti, hayatında Filistin’e gitmemiş, Filistinli tanımamış milyonlarca insan, hatta Yahudiler, ABD’de, Yunanistan’da, Londra’da, Türkiye’de ve daha birçok yerde sokaklarda İsrail şiddetini lanetleyecek kadar tiksindi bu mezalimden. Ancak İsrail bu sınırsız zulme rağmen bırakın kınanmayı üstüne bir de desteklendi, bu da yetmedi öldürdüğü insanlar savunulmadı, kınandı, yaptırım uygulandı, dünya ile tüm bağları kesildi, suları, elektrikleri yok, doğmamış çocuklar bile gıda yetersizliğinden anne karnında öldü. Resmen Batı desteği, İsrail eylemi ile dünyanın arınma gecesi, Filistin üzerinde yapıldı ve kimsenin sesi çıkmadı.

Şu saniye saniye yaşananlara, saniye saniye izlenen Batı destekli İsrail vahşetine rağmen hala “ama Hamas, ama Müslümanlar, ama terör, ama İslam, ama şiddet” gibi herhangi bir gevelemede bulunanlara da sormak gerekiyor; beş yaşındaki çocuklar kan revan içinde titreyerek, belki de korkudan, belki bombalar sebebiyle can verirken, dünyadaki tek vahşilerin Müslümanlar olduğuna emin misiniz?