Sam Mensa
TT

Gazze'den sonra yıkılan varsayımlar ve yeni gerçekler

Filistin-İsrail çatışmasında değişmez kabul edilen kavramları ve denklemleri alt üst eden, bölge ülkelerine, karşılıklı ilişkilerine ve büyük güçlerle olan ilişkilerine siyasi ve askeri yansımaları olacak yeni gerçekler dayatan 2023 Gazze Savaşı’nın üzerinden üç haftadan fazla zaman geçti.

Hiç şüphe yok ki, savaş ile yeniden su yüzüne çıkan şey, haydut rejimler ve bunların devrim ile devlet arasında yer alan ikili doğalarını küresel düzene meydan okuyarak, bölgesel istikrarı tehdit ederek tesis ettikleri yerel kollar aracılığıyla diğer ülkelere ihraç etmeleri ile ilgili tartışmadır. İhraç edilen ülkelerin başında da Lübnan yer alıyor.

Bu durumda bugün Lübnan’ın olup bitenler karşısındaki konumu nedir? Daha doğrusu ülkeye yaşadığı krizlerin yanı sıra rejimini, varlığını, kimliğini ve rolünü de etkileyebilecek ek yükler getirebilecek bu savaşta Hizbullah nerede duruyor?

Öyle görünüyor ki bu savaşın dehşeti, hem direniş ve direniş projesine destek verenler hem de karşı çıkanlar olmak üzere tüm Lübnanlılar için bir uyarı zili gibiydi.

Savaşın Lübnan'da ortaya çıkardığı en önemli şey, bilhassa Hizbullah'a göre “ilahi” olan zafer coşkusunun dağılıp ekonomik ve siyasi sonuçlarının ortaya çıkmasından sonra, İsrail ile Hizbullah arasında 2006’da yaşanan savaşın yaralarının henüz iyileşmediği ve Lübnanlılar ile direniş kitlelerinin bilincinde hâlâ yerini koruduğudur. Bu sonuçların en önemli tezahürleri 2019'dan bugüne siyasette, ekonomide ve toplumda yaşanan çeşitli çöküşler oldu. Seyyid Hasan Nasrallah da “Bilseydim” yani bu savaştan kaynaklanan kayıpların ve yıkımın boyutunu tahmin etseydim savaşı başlatmazdım diyerek savaşın kötü sonuçlarını kabul etmişti.

2006 savaşının dersleri bugün Hizbullah’ın Gazze'de olup bitenlere ilişkin dikkatli ve sakin performansında açıkça görülüyor. Müttefiki Hamas'ın İsrail ile tarihinin en önemli savaşına giriştiği bir dönemde sessiz kalması nedeniyle içine düştüğü zor duruma rağmen, müdahalesi şu ana kadar İsrail ile kısıtlı sınır çatışmalarıyla sınırlı kaldı. Hizbullah şu ana kadar hâlâ Lübnan'ın çıkarlarını dikkate alıyor ve içinde bulunduğu krizlerin gölgesinde Lübnan'ı savaşa sokmanın sorumluluğunu taşımak istemiyor. Bunun nedeni, ülkenin kontrolünü elinde tutması ve ülkenin en güçlü siyasi partisi olması nedeniyle konumunu güçlendirecek bir zafere ihtiyaç duymamasından kaynaklanıyor da olabilir. Bu güçlü konumda iken ülkeyi yerle bir edecek, olduğundan daha da bitkin ve dağınık oluşumlar tarafından yönetilir bir hale düşürecek maceralara neden atılsın ki?

Öte yandan Hizbullah ile İran'ın, Doğu Akdeniz'de ABD’nin iki grup uçak gemisi göndererek gerçekleştirdiği askeri yığınağı ciddiye aldığına da şüphe yok.  Konuşlandırılmış kuvvetlerin korunmasına yardım etme bahanesi altında Washington'un bölgedeki füze savunma kapasitesini de artıracağını tahmin ediyorlar.

Özellikle İran, bu seferberliğin amacının sadece İsrail'i korumak ve desteklemek olmadığını, aynı zamanda kendisini yeni cepheler açarak bu savaşa müdahil olmaktan caydırmak olduğunun da farkında. Kaldı ki doğrudan ve aracılar yoluyla bununla ilgili mesajlar almış bulunuyor.

Washington, Hamas saldırısının emrini İran'ın verdiğine dair herhangi bir kanıt olmadığını açıklamasına rağmen, Tahran’ın Hamas'ın İsrail'e yönelik başarılı ve kompleks saldırısını gerçekleştirmesi için gerekli askeri yetenek ve deneyimi kazanmasını sağlama sorumluluğunu taşıdığının tamamen bilincinde.

İran, Lübnan cephesini açmanın, kendisine yansımaları olacak ve bölgedeki en büyük kazancı olan Hizbullah'ı zayıflatabilecek bir Amerikan müdahalesini gerektireceğinin farkında.

Dolayısıyla sonucu ne olursa olsun Hizbullah’ı ateşinde dağılacağı bir savaşa dahil etmek istemiyor. İran aynı zamanda Aksa Tufanı operasyonunun, kapsamı, cüretkarlığı ve yol açtığı tahribat bakımından emsalsiz olmasına rağmen, ihtiyacı karşıladığının ve azami boyuta ulaştığının da farkında. Dolayısıyla Hizbullah’ın bu sürece dahil olmasının olumlu yönlerden çok olumsuz yönleri bulunuyor. İran için Hizbullah, gerçekleşmesinden korktuğu bölgesel gelişmeler için sakladığı bir cephane ve güvence olmayı sürdürüyor.

Gazze Savaşı Lübnan'da malumun ilanıydı. O malum da devletsizliğin pekiştiği, ülkenin karşılıklı mesajlar için bir posta kutusundan ibaret hale geldiği ve anavatanın füze fırlatmak için bir platforma ve silah deposuna dönüştüğüdür. Hizbullah’ın şu ana kadarki performansına damgasını vuran rasyonellik, Lübnanlılara kimi zaman tehdit babında savaşçıları ve cephaneliğiyle övünmesini unutturmayacak. Bu da Hizbullah’ın savaşçılarını ve cephanesini kimin için ve ne zaman kullanacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Gazze Savaşı aynı zamanda Hizbullah'ı destekleyen ve ona karşı çıkan tüm siyasi güçleri yalın halleriyle gösterdi. Onlarca yıldır yaşanan en büyük ve tehlikeli bir krizin ortasında hepsi de alkışlama, kutlama veya ağlama ve feryat etmenin yanı sıra korkmaktan, tereddüt etmekten ve kaybolmaktan fazlasını yapabilecek güçte ve nitelikte değil gibi göründüler.

Uzayıp reaksiyonların yaşanması muhtemel bu trajediden bölgesel olarak alınacak en önemli derse gelince, İran, Hizbullah ve ilgili diğer güçleri şu ana kadar binlerce kişinin ölümü ve yaralanması, Gazze'nin yarısının tamamen yok olmasıyla ödenen ağır bedel karşılığında, Aksa Tufanı ile ulaşılması beklenen amacı sorgulamaya itmektir.

Amaç neydi?

İsrail'in kökünü kazımak, çatışmayı sona erdirecek uzlaşılar için baskı yapmak, Filistin Otoritesini ele geçirip ortadan kaldırmak, Araplarla İsrail arasındaki barış atmosferini sabote etmek, İran'ın müzakere masasına önemli bir oyuncu olarak katılması, yoksa bunların hepsi miydi?

Hâlâ devam eden bu savaş, ortada dolaşan ancak kanaat olarak yerleşmemiş gerçekleri doğruladı. Birinci gerçek, İsrail ve onunla barışa karşı olan güçlerin iki devletli çözümü kabul etmekten kaçamayacaklarıdır.

Zira İsrail karşıtı güçler onu bu topraklardan söküp atma ve Yahudileri denize dökme gücüne sahip değiller. Yine savaş Filistinlilerin haklarının ne parayla, tapuyla ne de aşırı güç, zorbalık ve baskıyla ortadan kalkmayacağını İsrail’e gösterdi.

En önemli keşif ise ABD’ninki oldu, zira Ortadoğu'yu terk edemeyeceğini anladı.

Özetle, savaş Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin önceki varsayımları paramparça etti. Bölgede barış savunucuları ile savaş savunucuları arasındaki güç dengesini belirleyecek yeni, farklı ve bilinmeyen bir aşamanın kapısını araladı.