Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Barış ve silahlar arasında

Bütün bu savaşlar, çatışmalar, intihar saldırıları ve mutfak bıçakları, elit ve popüler kültürdeki baskın iddiaların aksine, Filistinlilere ve Araplara ne toprak, ne devlet, ne haklar kazandırdı, ne de yerleşimi veya İsrail işgalini engelledi.

Bu gerçeğin ikinci yarısı da, Mısır'ın Sina Yarımadası'nın, Ürdün’ün Arabe Vadisi’nin, Batı Şeria ve Gazze'nin kurtarılması da dahil olmak üzere elde edilen tüm "kazanımların" barışçıl müzakerelerle elde edildiğidir. En son elde edilen kazanımı, geçen yıl Ekim ayında anlaşması imzalanan, İsrail ile paylaşılan sulardaki Lübnan petrol bloğunu da unutmayalım. Lübnanlı yetkililer ile Hizbullah iki seçenekle yani güç kullanımı ya da müzakere ile karşı karşıya kaldıklarında savaşı değil müzakereyi seçtiler. Lübnanlılar milisler yerine avukatlara başvurdular ve İsrail ile deniz sınırını tanıyan bir haritayı imzaladılar, ardından gaz ve petrol aramalarına izin verildi.

Bunlar barış ve silah tartışmasında sabit gerçeklerdir. Bazı anlaşmaların da başarısız olduklarını hatırlatmaya ve bunları barışçıl ve müzakereci projelerinin başarısızlığı için kanıt olarak kullanmaya çalışanlar olabilir ve İsrail'in uzlaşmazlığı ve Oslo anlaşmalarındaki tüm yükümlülüklerini yerine getirmemekte inat etmesi gibi örnekler nedeniyle bu da doğru. Ancak bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamamen de terk edilmez. Filistin halkının, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlete ve mültecilerin geri dönüşüne yönelik istekleri, sadece iki şeyle gerçekleşecek; ya silah zoruyla ya da müzakere yoluyla. 1948'den bu yana güç kullanımı durmadı. Silahın boyutu ne kadar büyük olduysa kayıp da o kadar büyük oldu ve savaşlarla kayıplar arasındaki bağlantı herkes tarafından biliniyor. Filistin devletini kurabilecek bir güç varsa bırakın öne geçsin ama gerçek şu ki ortada böyle bir güç yok ve güç dengesi daha fazla kaybın habercisi.

Sonuç olarak, en kötü koşullarda en iyi seçenek müzakeredir ve trajedilerin rahminden büyük fırsatların doğduğu için bu tehlikeli krizde de barışçıl bir çözüm fırsatı görüyoruz. Netanyahu güç kaybetti ve Gazze savaşını kazanıp Hamas'ı ortadan kaldırsa dahi siyasi olarak hayatta kalma umudu yok. İsrail kamuoyu ezici bir çoğunlukla onun görevden alınmasında ısrar ediyor. Müzakere, Filistin ve Filistinlilerden geriye kalanları koruyacak ve uzun süredir devam eden acılarına son verecek tek seçenek olmaya devam ediyor. Müzakere, Filistin meselesini uzun süredir kendi çıkarları için kullanan tüm tarafların bölgesel sömürüsüne ve şantajına da son verecektir.

Şiddet ve silahların hedefi her barış projesini sabote etmek oldu ve bazı bölgesel barış karşıtı güçler bunları kullanmayı sürdürecekler. Gerçek şu ki, son 30 yıldaki tüm büyük silahlı çatışmalar ve intihar eylemleri, müzakere girişimlerini durdurmaya çalışıyordu. Mevcut Gazze savaşı, bir Filistin devletinin kurulması için müzakere başlatma fikrinin konuşulmasından birkaç hafta sonra patlak verdi. Oslo Anlaşması'nda olduğu gibi söz konusu güçler bunu engellemeyi başaramayınca, hayata geçmesini aksatmaya çalışıyorlar. Bu güçler Netanyahu gibi aşırılık yanlısı İsraillilere yükümlülüklerinden kaçmaları için bahaneler sunuyorlardı. Silahlı eylemlerin çoğu Saddam Hüseyin, Hafız Esed ve İran gibi muhalif bölgesel güçlerin desteğiyle gerçekleştirildi. Dileyen herkes iki hattın, silahlı eylemler ve barış projelerinin nasıl birbirine bağlı olduğunu inceleyip görebilir.

Ekim ayında yaşananlar, Eylül 2001'deki çok sayıda intihar saldırısının benzeri. Hamas eş zamanlı bir saldırı düzenleyip 9 İsrailliyi öldürerek, Taba-Washington görüşmelerini bozmayı başarmıştı. O dönemde İsrail, Gazze'deki Kassam Tugayları mevzilerine saldırmak yerine tank ve helikopterlerle Filistin Ulusal Otoritesi’nin Ramallah'taki merkezlerini yıkmıştı. Böylece Hamas ve barışa muhalif ülkeler, Clinton projesini engellemeyi başarmışlardı. Daha sonra Hamas yeniden masaya yatırılması halinde projeyi kabul etmeye hazır olduğunu söyledi ancak artık çok geçti. Clinton gitmiş, El-Kaide ABD'ye saldırmış ve Washington da Afganistan ve Irak'ı işgal etmişti. Filistin projesi 20 yıl boyunca ölü kaldı. Yerleşim yerleri genişledi, Filistin Otoritesi küçüldü ve Gazze halkının koşulları kötüleşti. Bu, 70 yılı aşkın süre içinde silah projesinin yararsızlığının kısa bir tarihidir.

Ekim ayındaki büyük saldırı da dahil olmak üzere bıçaklar, bombalı araçlar ve intihar saldırıları projesi, sık sık silaha çağrı yapılmasına rağmen hiçbir zaman zafere ulaşamadı, toprak kazanmadı ya da kazanımlar elde edemedi, aksine son saldırının tam tersi sonucunun olmasına yönelik bir korku var. Binlerce sivil ölümünün yanı sıra bugün Gazze'yi kaybetmekten ve önümüzdeki yıllarda talebimizin sadece kaybedilen Gazze Şeridi’ni geri almak olmasından korkuyoruz. Burada bir hatırlatma da yapalım; Gazze'nin kendisi silahla değil, Oslo görüşmeleri ile kurtarıldı ve el-Fetih'in karşı çıkmasına rağmen Clinton yönetiminin seçimlere katılması konusundaki ısrarından sonra Hamas'a teslim edildi.

Bu yanlış bir anlayış mı? Hayır. Silah ve savaş, bağımsız ve entegre Filistin kurumlarının çalışma programının bir parçası ise askeri faaliyetler de barış ve çözüm projesinin bir parçası olabilir. Savaş başlı başına bir amaç değildir, hedefi çözüme ulaşmak ve hakları yeniden tesis etmek olan bir araçtır. Hamas, 1973 savaşından bu yana en büyük saldırıyı planladı ve gerçekleştirdi, ancak bu, daha sonra Filistinlilerin iradeleri dışında değil, onların iradeleriyle ilerleyecek olan barış projesini aksatma girişimi dışında amacı olmayan bir saldırıydı.