İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Riyad Zirvesi: Taktik konular ve stratejik çizgiler

Bu yazı yayınlandığı sırada Riyad, Gazze'de yaşanan olayların önemine uygun olarak Arap dünyasını istisnai ve alışılmadık bir zirvede bir araya getirmiş olacak.

Arapların geçtiğimiz aydaki çabaları boşa gitmedi; uluslararası ve bölgesel taraflarla etkili iletişime olanak tanıyan bir diplomatik üs kurmayı başardılar ve bu da Gazze krizine ilişkin genel tablonun değişmesine yol açtı.

Bugün zirve başlıyor ve hedeflerine ulaşma konusunda önünde iki yol var: birincisi taktiksel, diğeri ise stratejik.

Taktiksel hedefin Gazze Şeridi'nde yaşanan insani kayıpların ve akan kanın durdurulması için hızlı hareket edilmesi olduğu görülüyor. Zira bu durum, Arap olsun veya olmasın, insan ırkına zerre kadar duygusal sempati ve dayanışma duyan herkes için ne akıl ne de adalet açısından kabul edilebilir değil. Oradan gelen görüntüler söylenecek binlerce kelimeden daha açıklayıcı.

Aynı bağlamda, acil olarak yakıt, gıda ve tıbbi yardım gönderilmesi, yaralıların tedavilerinin hızlandırılması, yardım ve malzeme girişi için sınır kapılarının aktifleştirilmesine ihtiyaç var.

Stratejik hedefe gelince, sahada yaşanan zorlu koşullara rağmen, nihai çözüm yolunun yeniden canlandırılmasına yönelik Arap-Arap vurgusuyla İsrail’i dünya ile karşı karşıya bırakmak olduğu görülüyor. Bunun yolu da iki devletli çözümü nihai bir stratejik hedef olarak kabul etmekten geçiyor.

Burada bazıları şunu sorgulayabilir: Filistinlilerin kanlarından oluşan bir kan denizinin ortasında barıştan bahsetmek uygun mudur?

Bunu sorgulayanların öneriyi kınama veya onaylamama konusunda binlerce hakkı var. Ancak kesin olan gerçek şu ki, çok önemli olaylar uluslararası siyaset ortamındaki durgun suları harekete geçirebilirler. Örneğin 1973 Ekim Savaşı ve Mısır-İsrail anlaşmazlığının çözümü, barışa ve Camp David Anlaşmalarına ulaştıran yolun başlangıcıydı.

Bu açıdan bakıldığında belki de Riyad'daki Arap Zirvesi sadece İsrail'e değil, tüm dünyaya, özellikle de Yahudi devletinin hem şimdi hem de geçmişte resmi destekçisi ve hamisi olan ABD'ye bir mesaj göndermeli. O mesaj da şudur; özellikle teknolojinin ve teknolojik gelişmelerdeki değişimin artan hızı, bölgesel ve küresel düzeyde askeri stratejilerin değişmesi, dikkat çekici ve tehlikeli stratejilerin ortaya çıkmasının gölgesinde, askeri güce güvenmenin sonuçlarına güvenilemez. Askeri güce güvenmek, Filistin rahmi var olduğu sürece sonsuza kadar ateşin ve yıkımın gölgesinde kalma fikrinin İsrail Devleti'ni tehdit eden bir fikre dönüşmesi demektir.

Madalyonun diğer yüzünde mesaj barışın, Filistinlilerin başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma hakkına bağlı olduğunu, dünyadaki herkesten önce İsraillilere açıkça anlatmalıdır.

Riyad'da toplanacak Arap liderler, 2002'deki Arap Zirvesi'nde merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz'in önerdiği Arap Barış Girişimi'ni dünyaya hatırlatmalılar mı?

İsrail bu kez ve 20 yılı aşkın süredir, fırsatları kaçıran ülke gibi görünüyor. Eğer İsrail o dönemde Filistin devletinin kurulmasını, işgal altındaki Golan'dan çekilmeyi ve mültecilerin geri dönüşünü kabul etseydi, Arap ve Ortadoğu ülkelerinde durumun nasıl değişeceğini hayal etmek mümkün.

Riyad'da Arapların ölüm kalım meselelerine yönelik pozisyonları birleşmeli ve sözleri bir olmalı. Bu meselelerin başında da Filistin halkını topraklarından sürmeye yönelik tüm senaryoları reddetmek, Gazze Şeridi'ni ve belki daha sonra Batı Şeria'yı binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan sakinlerden boşaltmayı amaçlayan tüm metafizik önerilere karşı tam ve kapsamlı bir şekilde dikkatli olmak geliyor.

Aynı ölçüde Gazze Şeridi'nde devam eden askeri operasyonların sona ermesinin ardından neler olacağına dair kapalı kapılar ardında şekillenen tüm planları da sorgulamak gerekiyor.

Bu noktada ve bilhassa Gazze Şeridi'nin "Hamas"tan sonraki geleceğine yönelik tüm fikirler karşısında, açık sözlülük ve kartları açık oynama hayati önem taşımaya devam ediyor. Yaratıcı olmayan senaryolar üretenler Hamas'ın ideolojik bir fikir olduğunu, pek çok stratejik hatası olabileceğini ama çatışmanın asıl nedenin işgal olduğunu unutuyorlar.

Evet Hamas İsrail ateşiyle ortadan kaybolabilir, buharlaşabilir ama bu işgalin geri dönüşünü yeniden kabul etmek anlamına gelmez. Oysa Netanyahu hükümeti güvenliğin sağlanması için İsrail kuvvetlerinin belirsiz bir süre boyunca Gazze’de kalmasına yönelik öneriden bahsediyor.

Öte yandan Gazze Şeridi'nin güvenliğinin kurulacak bir NATO gücüne veya Birleşmiş Milletler'e devredilmesi düşüncesi, Filistinli nesillerin ruhundaki krizi derinleştirecek ve haklar kaybedildiği, adalet hiçe sayıldığı sürece, şüphesiz onlarca silahlı direniş grubu yaratacaktır.

Felaketlerle, gerçekten yeni bir “Sykes-Picot”un işaretleriyle, sözde Arap Baharı’ndan 10 yıldan fazla bir süre sonra kapıdan kovduğumuz düşüncelerin penceren geri dönüşüyle mi karşı karşıya olduğumuza dair senaryoların, Arapların, özellikle de kitlelerin hayal gücünü harekete geçirdiği bir sır değil. Bu zihniyette olan kişilere göre, bazen coğrafi, bazen de demografik sebepler büyük stratejilere sahip olanlara engel olabilirler, ancak ana hedefleri gözlerinin önünde durmaya devam eder. Bu nedenle ve özellikle etrafımızı sarmış ve hiçbir zaman niyetlerini gizlemeyen veya kamufle etmeyen askeri kalabalıklar göz önüne alındığında, son derece dikkatli ve tedbirli olmalıyız.

Suudi Arabistan Krallığı topraklarında toplanan Arap liderlerin dikkate alması gereken çok önemli bir konu daha var, o da sanki kurtulamadığı ve belki de kurtulmak istemediği tarihi bir esaret altında yaşayan geleneksel hükümet daireleri dışındaki dünyaya ehemmiyet vermek ve onunla ilişki kurmaktır.

İhtiyaç duyulan şey, kitlelerle ve halklarla iletişimdir ve gerçekten de seçkin akademik çevrelerde, Avrupalı ve Amerikalı popülist çevrelerde ve hatta Arapların ve Müslümanların benzeri görülmemiş bir dostu olan dini bir liderin varlığı ışığında Vatikan’da olduğu gibi gelişmiş dini merkezlerde ve buna ek olarak geleneksel ve sosyal medya gibi modern medya araçlarında geniş çaplı bir değişim fark ediliyor.

Bunlar, belirli bir anda güçlü bir etki gücü haline gelebilen kuluçka merkezleridir. Bunun anlamı, Filistinliler ile Arapların yenilikçi fikirler için birden fazla yol haritasının var olması ve Filistin meselesini haklılığına yakışır şekilde sunmaları gerektiğidir.

Son olarak Arap dünyasında yapılması gereken, Filistin meselesinin tüm etnik ve dogmatik sınıflandırmaların ötesinde insani bir mesele olduğunu göstermek ve dünya çapında savaş değil, barış yanlılarına hitap etmektir.