Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap-İslam zirvesi ve yeni yaklaşım

Araplar ve Müslümanlar için 11 Kasım 2023, Gazze’ye ve Filistin’e tahsis edilmiş bir gündü. 57 ülkenin zirve bildirisi, şu beş önceliği yansıtıyor:

Gazze’ye yönelik savaşı ve vahşi işgal gerçeklerini kınayıp buna derhal son vermenin talep edilmesi ve zorunlu göçe, kuşatmaya ve işgale karşı çıkılması, Gazze Şeridi’ne gıda, ilaç, yakıt ve su gibi her türlü yardım malzemesinin sokulması, başta Güvenlik Konseyi olmak üzere uluslararası kurumların suskunluğunun ve zayıflığının kınanması; saldırgan ülkenin yetkililerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanmasının talep edilmesi; uluslararası kararlar ve 2002 Arap Barış Girişimi temelinde ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak siyasi çözüm müzakerelerine geri dönülmesi.

Zirvedeki konuşmalar sırasında UNRWA Genel Komiseri, orada bulunanlara hitaben, Gazze’de Gazze Şeridi’nin dört bir yanından göç etmiş yüz binlerce insanı ve çocuğu barındıran UNRWA okullarına ve diğer kurumlarına karşı yapılanları anlattı. Konferansın ertesi gününde Gazze Şeridi’nde faaliyet yürüten uluslararası insani kuruluşlar, oldukça üzücü ve öfkelendirici bir açıklama yayınladı. Bu açıklama, hastanelerin yıkılmasına ve bombalanmasına, içeride bulunanların öldürülmesine ve birçoğunun faaliyeti durdurmasına neden olan elektrik ve tıbbi ekipmandan mahrum bırakılmasına odaklanıyordu.

Aynı gün, yani 12 Kasım Pazar günü başta Londra olmak üzere Avrupa şehirlerinin ve ABD’nin sokakları, İsrail’in eylemlerini ve Batılı hükümetlerin saldırganlığa ve toplu cezalandırmaya verdiği desteği protesto eden göstericilerle doldu.

Bütün aklı başında insanlar, önde gelen Batılı siyasetçiler ve meşhur gazeteciler, Arap-İslam zirvesini, ABD’ye ve bazı Avrupalı isimlere (ki özellikle Almanya Şansölyesi, savaşın durdurulmasına karşı çıkıyor; Dünya Sağlık Örgütü de ona, acil bir ateşkesin gerekli olduğunu söyleyerek karşılık veriyor!) yönelik büyük bir baskı olarak görüyor. Kimileri bu kalabalık gösterileri, 1960’ların sonunda Amerika ve Avrupa’da Vietnam Savaşı’na karşı yapılan gösterilere benzetti. Kimileri zirvenin ve insani yardım kuruluşları tarafından yapılan kınamaların çok etkili olmadığını söyledi. Kimileri de insani yardım kuruluşlarının açıklamalarını, Birleşmiş Millet Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi için bir kurtarıcı olarak gördü.

Avrupalı ve ABD’li yetkililerin tutumlarının aksine basın mensupları, Arap-İslam zirvesini, bir akıl, barış ve insanlık zirvesi olarak değerlendirdi. Toplanan liderler, yangını körükleyip savaş çağrısı yapsa ve bunu da (haklı olarak) 75 yıldır Filistin halkına uygulanan zulme dayandırsa ne faydası olur ki? Böyle yapsalar silahlı gruplara sadece Filistin’i kurtarmak için değil (ki böyle bir şey olmayacak), aynı zamanda kurtuluş adına iktidarı ele geçirmek için de bahane vermiş olacaklar. Geçmişte ordular, Gazze’de Hamas ve Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Sudan ve diğer yerlerde milisler bunun örneğini gösterdiler.

Arap-İslam ülkeleri, temel hakların temin edilmesi, bir devletin kurulması ve Filistin halkının acılarına son verilmesi için Filistinlilerle ortak çalışma sözü verdi. Bunu uluslararası meşruiyet ve uluslararası insan hakları hukuku kararlarına bağlılıklarını ilan etmek ve Amerikalılarla Avrupalıları da kendi seleflerinin belirlediği bu kararları çiğneyip, ilkelerine ve kurallarına aykırı davrandıkları için kınamak suretiyle yaptı. Bu ‘kınamanın’ hiçbir faydası olmayacağını söyleyenler olacak. Evet, ama politikalar, nihayetinde çıkarlardır. Filistin’le Dayanışma Konferansı da 57 ülkede yaklaşık iki milyar insanı temsil ediyor. Yani efelenmenin bir faydası yok. Daha önceki savaşlar, adil olsa da sonuç olarak başarılı olamadı. Çünkü İsrail’i bölgeye yerleştiren Batı, ondan vazgeçmeyecektir.

Ciddi anlamda bir Arap-İslam birliği; Batı Şeria’da, Kudüs’te ve Gazze’de sayıları yedi milyonu bulan ve bir o kadar da yurt dışında bulunan Filistinliler için bir devlet kurulmadan Ortadoğu’da istikrarın sağlanmayacağına dair Batı’ya bir hatırlatmadır: İşgal, kışkırtma, tehcir ve peş peşe gelen ayaklanmalar, bir devletin gerekliliğine ikna olmak için yetmedi mi?! Bunlar ciddiyet, barış, adalet ve hukuk dersleridir ve kutsal iki mescide ev sahipliği yapan ülkedeki zirve toplantısı bu derslere bir değer ve örneklik statüsü kazandırdı. Ey Batılılar! İsrail’in selametini ve huzurunu istiyorsanız, onu Filistinlilerin topraklarını işgalden vazgeçmeye zorlayarak koruyun!

Bence bu, Araplar ve Müslümanlar için yeni bir düşünce biçimidir ve hakları, savaşların koruduğundan daha çok koruyor. Silahlı Filistinli örgütlerin bu yıkıcı savaşın ardından sunduğu taleplere baktığımızda bu taleplerin, İsrail hapishanelerindeki altı yedi bin Filistinlinin serbest bırakılmasından ibaret olduğunu görürüz! Peki ne karşılığında? Yaklaşık 15 bin ölü, 50 bin yaralı ve iki milyondan fazla insanın başına yıkılan yuvalar karşılığında!

Silahlılar şöyle diyebilir: Eğer (savunmasız Filistin halkının gösterdiği) büyük fedakârlıklar olmasaydı, dünya modası geçmiş Filistin sorunun çözümünün gerekliliğine dikkatini vermezdi! Dışarıdan bakılınca doğru bir bakış açısı gibi görünüyor ama aslında öyle değil. Arap (ve hatta İslam) ülkeleri, Filistin meselesine olan ilgilerini üç nedenden dolayı kaybetmedi:

Birinci neden, El-Kaide ve DEAŞ’ın eylemleri, ABD’ye yönelik saldırı ve Suriye ile Irak’ın yerle bir olması neticesinde kendi toplumlarında ve dünyada meydana gelen yıkımdır. Nitekim ABD’nin İslami terörle mücadele savaşlarının sebep olduğu tahribattan etkilenmeyen bir Arap ya da Müslüman kalmadı.

İkinci neden, radikalizmin ve ABD’nin tahribatının ardından İran’ın ezilen veya işgal edilen Arap ülkeleri hattına girmesidir. İran; Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de ve Yemen’de mezhepçi veya cihatçı örgütler kurdu ve oralardaki kontrolü ele geçirmek veya toplumlarını parçalamak amacıyla ülkeleri böldü.

Üçüncü neden, Arap ülkelerinin kendi istikrarlarını muhafaza etmek ve radikalizmin, İran’ın ya da ikisinin birden istilasını önlemek için harekete geçmiş olmasıdır. Nitekim İsrailliler ve Amerikalılar, kibirlendiler ve artık Filistin meselesi için makul bir çözüm ihtiyacı duymuyorlar. Nasılsa tüm Araplar ‘aşırılık yanlısı’ oldular ve işgal edilmiş Filistin’in çevresindeki ülkelerin kontrolünü ele geçiren İranlılarla da duman yoluyla bile anlaşmak mümkün!

İran, ABD’den bir şey istediğinde örgütlerinden biri aracılığıyla İsrail’e karşı bir savaş başlatıyor. 2006 yılındaki Hizbullah savaşı gibi Gazze’deki de bu tür savaşlardan biri. Zirve konferansında İranlıların sözlerini hariç tutarsak bir fikir birliği oluştu. Ama İranlılar, Reisi’nin sözlerini yeterince açık bulmamış olacak ki bir de İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, iki devletli çözümü kabul etmediklerini ve tüm Filistin’in kurtarılmasını istediklerini ifade etti. Ayrıca kapsamlı bir anlaşma yoluyla da olsa müzakereyi ve tanımayı desteklemiyor, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü de tek meşru temsilci olarak kabul etmiyorlar. İsmail Heniyye bir hafta önce iki devletli çözümü kabul edeceklerini iddia etmişti. Gerçi onun değişkenliği malum!

İran, Arap ülkelerinde sürekli savaşlar istiyor ve bunların hepsini de özgürlük hakları ve yükümlülükleri adına destekliyor. Suudi Arabistan Krallığı liderliğindeki Arap-İslam ülkeleri ise bölgede barış, adalet ve refah tesis etmeyi ve dünyayla denk ilişkiler ve iş birliği kurmayı istiyor.