İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Gazze’deki tehcir savaşı birçok kişiye pek çok şeyi gösterdi

Ölüm makinelerinin uykuya geçtiği dört günün içerisindeyiz. Geçici ateşkesin uzayacağına dair iyimserlik ile kan dizisinin çok daha şiddetli ve korkunç bir şekilde döneceğine dair kötümserlik arasında müzakereciler çabalarını gösteriyor, teklif verenler peylerini artırıyor. Bu esnada gözlemciler şu geçici sonuçlara varabilir:

Öncelikle kibirlerine rağmen İsrail ve Hamas tarafları, birkaç noktada başarılı ve başarısız oldular.

İsrail’e bakalım: ‘İsrail savaş makinesi’, 7 Ekim’de gafil avlanmış olabilir. Belki de bu gerçeği telafi etmek için hedefi, sokakları ‘coşturmak’ ve  ‘tehcir ve soykırım’ savaşına sevk etmek olan yoğun bir ‘söylenti savaşı’ yürütmeye başvurdu. Ama sonra yerel ve uluslararası düzeyde bu söylentilerin birçoğunun yalan haber olduğu ifşa oldu.

Ayrıca İsrail silahının etkinliğine ve Gazze’nin masum insanlarına verdiği ağır ve acı verici zararlara rağmen, ‘ilan edilen’ siyasi hedeflerine halen ulaşamadı. Bu hedeflerin başında bir örgüt olarak Hamas’ı, liderlerini, ideolojisini ve bağlantılarını bitirmek geliyordu.

Siyasi hesaplamalar düzeyinde ise Maariv gazetesinin düzenli olarak yaptığı İsrail kamuoyu yoklamaları, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun popülaritesinin, ilk rakibi Beni Gantz’ın artan popülaritesi karşısında azaldığını gösteriyor. 15-16 Kasım günlerinde yapılan ve sonuçları 24 Kasım’da açıklanan en son ankete göre şu an İsrailli seçmenlerin yüzde 52’si başbakanlığa Gantz’ın gelmesini istiyor. Netanyahu’yu desteklemeye devam edenlerin oranı ise sadece yüzde 27.

120 sandalyeli Knesset (Temsilciler Meclisi) hâkimiyetine gelince; bugün seçim yapılsa Netanyahu ve partisinin liderliğinde iktidar olan aşırı sağ koalisyona ait sandalye sayısı 41’e gerilerken, muhalif partilere ait sandalye sayısı 79’a yükselecek.

Gantz liderliğindeki Ulusal Birlik Partisi, seçimlerden tek başına 43 sandalyeyle çıkarken, Likud’un kazandığı sandalye sayısı 18’i geçmeyecek. Maariv’in aynı anketine göre sağın en aşırı liderlerinden biri olan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in partisi de mecliste temsil edilmek için yeterli oy oranını toplayamıyor.

Filistin tarafına bakalım: Netanyahu ve onun iktidar ekibinin gösterdiği ahlaki ve siyasi gerilemenin karşılığı hiç şüphe yok ki, Gazze’deki Filistinli vatandaşın ödediği ağır insani bedel oldu. Batı Şeria’da, özellikle de Cenin, Tulkerm ve Nablus şehirlerindeki Filistinliler de silahlı İsrailli yerleşimcilerin saldırılarından ve işgal ordusunun yüzlerce cana mal olan eylemlerinden nasibini alıyor.

Gazze Şeridi’nde yaklaşık 5 bini çocuk olmak üzere 14 binden fazla insanın öldürülmesi, nüfusunun büyük bir kısmının tehcir edilmesi, Gazze şehirlerinin ve mülteci kamplarının büyük bir bölümünün yıkılması ve Gazze’nin kuzey ile güney olarak ikiye ayrılması, endişelenmeyi gerektiren gerçeklerdir.

7 Ekim’den bu yana yaşananlar, bir tepkiden çok daha öte ve bir intikamdan çok daha korkunç. Daha da kötüsü, ‘nefsi müdafaa hakkı’ adı altında İsrail’le gösterilen resmî uluslararası ‘dayanışma’, Batı ülkelerinin çoğundaki İsrailli ‘lobilerin’ benzeri görülmemiş seferberliğinin bir ifadesiydi. Amaç, ‘transfer’ yani Filistinlilerin topluca göç ettirilmesi planının hayata geçirilmesi için 7 Ekim operasyonundan faydalanmaktı.

Bu, ‘11 Eylül 2001 saldırılarından’ sonra 2003 yılında Irak’ta yaşadıklarımızı andırıyor. O zaman da Başkan George W. Bush liderliğindeki ABD yönetimi, eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin rejiminin olan bitenlerle bir bağlantısı olmadığının aslında farkındaydı. Ancak Likud’un ‘neo-muhafazakâr’ grubunun yönetim üyeleri, “planlar önceden hazırlanmış ve hazır olduğu için” Irak'ı işgal etme planını sürdürdüler. İçlerinden birinin de dediği gibi bu işgali ve sonrasında rejim değişikliğini meşrulaştırmak için Irak’ın nükleer silah bulundurduğu iddialarından faydalanılabilirdi. Olan da tam olarak buydu.

Hatırlayacağımız üzere işgalden en çok İran rejimi fayda sağladı. Nitekim Bağdat, Amerikan güçlerinin eline geçer geçmez sürgündeki Iraklı din, siyaset ve milis liderleri işgal altındaki Irak başkentine akın etti. Irak’taki geçici ABD Valisi Paul Bremer’in buradaki ‘asırlardır süren Sünni hâkimiyetini’ sonlandırmakla övünmesi de çok zaman almadı.

7 Ekim’den sonra Netanyahu’nun kitlesine bildirdiği ilk şey, Gazze’de İsrail’in hedefinin Hamas’ı ortadan kaldırmak ve ‘Ortadoğu’yu değiştirmek’ (!) olduğu idi. İsrail’in Gazze’deki askerî operasyonlarına sağcı bakanlarla siyasetçilerin Gazze Şeridi sakinlerinin Mısır’a göç ettirilmesi, daha sonra da dünya ülkelerine dağıtılmasına dair doğrudan açıklamaları ve tehditleri eşlik etti. Batı Şeria sakinlerinin göç ettirileceğini ve Ürdün’de ‘alternatif vatan’ projesinin canlandırılacağını ima eden başka sesler de duyuldu.

Washington, Hamas’ın saldırısında İran’ın rolüne dair bir delil olmadığı gerekçesiyle çatışmanın Gazze Şeridi’yle sınırlandırılması gerektiğinde ısrarcı oldu. Bu esnada Tahran sözlü destekle yetinirken, Lübnan Hizbullah’ı milisleri, İsrail tarafından kabul edilen ‘angajman kuralları’ çerçevesinde çatışmaya dahil oldu. Tahran’ın Irak ve Yemen’deki milisleri ise İran’ın sözlü desteğini boşa çıkarmamaya ve direnişinde seçici davranan Direniş Ekseni’nin itibarını kurtarmaya yetecek kadar ‘yaramazlık’ yaptı.

Dün ateşkes süresinin uzatılması, Gazze Şeridi’nin geleceği için bir formül bulunması ve Hamas’a el çektirilmesinin ardından, siyasi ‘muhatabın’ kim olacağının belirlenmesi için bölgesel ve uluslararası çabalar harekete geçirilirken, Hamas liderleri ve aralarında Lübnan Hizbullah’ından bir yetkilinin de olduğu Tahran sözcüleri de ‘zafer’ propagandasını sürdürdü. Söz konusu Hizbullah yetkilisi şu ifadeleri kullandı: “İsrail düştü ve biz de mücahitlerin sayesinde büyük bir zafere en yakın noktadayız. Filistin’de neler olduğunu biliyoruz. İsrail ordusu, askerî sonuca doğru ilerleyemedi ve başarısız oldu.”

İşte böyle, zaferleri anlatmak ve anlaşmaları beklemek arasında pek çok şeyin farkına varılıyor!