Savaşların her zaman öngörülen sonuçlarından biri de etnik, dinî ya da mezhepsel saiklere dayalı olarak nefretin artmasıdır. Bu, özellikle bugün Gazze savaşında olduğu gibi dinî kisveye bürünmüş savaşlarda böyledir.
İsrail’in ve onun Batı’daki destekçilerinin ya da bazı destekçilerinin tarafında mevcut savaşa dair efsanevi dinî içeriklerin ve söylemlerin dillendirildiğini görüyoruz. Mesela İsrail’in Birleşmiş Milletler Temsilcisi, genelde ibadet esnasında kullanılan başlığını (kipa) takarak Tevrat ayetleri okudu.
Hamas’ı ve onun destekçilerini ya da bazı destekçilerini söylemeye gerek bile yok aslında. Onlar da bu savaşa dinî açıklamalar getiriyor ve bunu kıyamet gibi efsanevi bir son bağlamına yerleştiriyorlar.
Bu havadan sadece mazlum Gazze halkı, hatta Netanyahu’ya ve onun sağ cephesine karşı çıkan bazı İsrailliler zarar görmüyor. Avrupa ve Batı vatandaşı olan Müslüman asıllı insanlar da Batı’daki çatışmaların ve propagandaların artmasından etkileniyor.
İngiliz gazetesi The Guardian, “İslam Karşıtlığı ve Yahudi Karşıtlığı Birbirine Denk Felaketlerdir… Avrupa Birliği Bunu Sonunda Anladı” başlıklı bir makale yayımladı. Şeza İslam’ın kaleme aldığı bu makale, BBC tarafından da yayımlandı.
Yazar, Avrupa genelinde ırkçılığın izlerini takip eden başkaları gibi kendisinin de İsrail ile Hamas arasındaki savaşın ilk günlerinde şu soruyu sormaya başladığını söylüyor: Neden Avrupa Birliği (AB), Avrupalı Müslümanlara ve Yahudilere yönelik nefret suçlarını ve söylemlerini durdurmak için daha fazla çaba göstermedi?
Yazarın ifadesine göre ekim ayında AB Temel Haklar Ajansı tarafından yürütülen bir araştırma, Avrupa’daki Afrika kökenli insanların (buna Müslümanlar da dahil), ‘sürekli ırk ayrımcılığına, baskıya ve şiddete’ maruz kaldığı konusunda hükümetleri uyardı.
Ankete katılan insanların yüzde 77’ye yakını, 2016 yılından bu yana ırk temelli ayrımcılığa dair tecrübeler yaşamış.
Geçtiğimiz kasım ayının sonunda AB, raporun yazarının tabiriyle “nadiren” ortak bir bildiri yayınlayarak, İslamofobi olgusunun yaygınlaştığı uyarısında bulundu. AB’nin yürütme kolu olan Avrupa Komisyonu tarafından onaylanan bildiri, Avrupalı Müslümanların ‘denk vatandaşlar’ olduğunu da vurguladı.
Ancak yazar, bunun yeterli olmadığına dikkat çekiyor. Zira vatandaşlara yönelik ayrımcılık; düzenli takibi, veri toplanmasını ve ırkçılık karşıtı Avrupalı güçlerin toplu hareketini gerektiren yapısal ve sistemsel bir sıkıntıdır.
Nefret suçlarındaki artıştan ve Batı’daki ‘bazı’ cahillerin ve bağnazların Müslümanlara karşı oluşturduğu nefret ikliminden duyulan endişe konusunda raporun yazarıyla aynı duyguları ve düşünceleri paylaşıyoruz. Ancak haktan ve adaletten yana olacaksak, nefret kültürünün tek taraflı olmadığını söylememiz lazım. Nefret kirlerinden arınmış bir hava istiyorsak bunun için herkes çaba göstermeli.
Daha açık söylemek gerekirse, biz de kendi toplumlarımızda, bazılarımızın -iddia ettikleri üzere- dinî gerekçelerle ortaya koydukları nefret kültürünü ortadan kaldırmak için çabalamalıyız. Bu kültür önce dışarıda bizden farklı olanları, sonra da İslam ve Arap dünyasında bizden farklı olanları hedef alıyor.
Doğru başlangıç noktası bu. Ne demiş şair: “Önce kendinden başla ve nefsini yanlıştan sakın.”