Bekir Uveyda
TT

Soykırım iradeyi yok edemeyecek

Telefonda gürleyerek, öfkeli bir sesle bağırdı:

“Hayır, ne Hamas Hareketi’ni ne de başkasını kınayacağız. Artık bizden kendimizi kınamamızı istemeyi bırakmalarının zamanı gelmedi mi?”

Muhatabımın bu coşkusu kesinlikle ‘Hamascı’ olmasından kaynaklanmıyor. Asla, tam tersi. Aklına gelebilecek en son şey hem toplumsal hem de politik düşüncesiyle çelişen bir hareketin fikirlerini benimsemektir. Nitekim bu hareketin fikirleri onun birkaç yıl önce ailesiyle birlikte Gazze Şeridi’ni terk etmesine ve beklentilerine daha uygun olacak bir sığınak arayışını İskandinavya ülkelerinden birinin dağları ve soğuk donları arasında tamamlamasına sebep olmuştu. Muhatabım kırklı yaşlarının başında genç bir anne... Sadece konuşmamda, halkının yerlerinden edildiği ve ailelerinin çoğunun dağıldığı Gazze’de yaşanan acının dehşetinden 7 Ekim saldırısını sorumlu tutan bir üslup sezdiği için hemen, yaşananlar ve peşinden gelen gelişmeler hakkında konuşmacıların çoğunun ilgisini çekmediğini fark ettiği iki şeye dikkatimi çekti.

Bu iki husustan ilki, muhatabımın, 36 yıl önce (1987) yine böyle bir ayda patlak veren ilk intifadanın ‘İntifada Kuşağı’ ya da ‘Taşlı Çocuklar’ adını taşıyan bir nesli doğurduğu yönündeki gözlemiydi. Bu nesilden, farklı yönelimlere sahip çeşitli gruplarda ve direniş hareketlerinde ileri düzey sorumluluklar üstlenen liderler doğdu. Bunların arasından ölüp şehit olanlar, halen liderlik koltuğunda oturup bekleyenler ve kendi istekleriyle ya da zorla siyaset sahnesinden silinenler oldu. Muhatabıma göre bu iki meseleden ikincisi (ve en önemlisi de eksik olanı) ‘Kuşatma Nesli’ adını almayı hak eden bir neslin doğmasıdır. Özelde Gazzeli ve genelde Filistinli bu nesil, hiçbir zaman tam anlamıyla yerine getirilmeyen küçük bir yemin karşısında Tel Aviv’e hak ettiğinden çok daha fazlasını veren Oslo Anlaşmaları (1993) maddeleriyle kendisine altın tepsilerde sunulan bütün Filistin tavizlerine rağmen İsrail’in her zamanki kibriyle davrandığına ve verdiği sözlerden kaçtığına şahit oldu. Muhatabım, Filistinlilerin nasıl boğucu bir tablo içinde olduğunu iyice göstermek için, 2007 yılından beri Gazze Şeridi’nde ‘Kuşatma Nesli’nin yaşadığı koşullara dikkatimi çekti.

Konuşmanın içeriği, Gazze’deki ‘Kuşatma Nesli’nin 16 yıldır biriken öfkesinin kaçınılmaz olarak onları 7 Ekim’deki patlamaya götüreceğiyle ilgiliydi. Yani, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres’in, fırsat bulunması halinde muhtemelen cezasız kalmayacak cesur tabiriyle olayın ‘durduk yere’ patlak vermediğiyle ilgiliydi. Ancak kendisine cevabımda, Hamas’ın iktidara geldiği yıllarda Gazze Şeridi’ndeki genç erkek ve kadınların koşullarının, özellikle işsizlik oranlarının yüksek olması ve ifade özgürlüğü alanının olmaması açısından göz önüne alınmasının yerinde bir istek olduğunu ancak Arapların, işgale karşı direniş örgütleri arasında bir grup olarak değil de bir iktidar hareketi olarak Hamas’a ihtiyatlı yaklaşmasının da birdenbire ortaya çıkmadığının da fark edilmesi gerektiğini söyledim. İktidar durumu ile direniş grubu durumu arasındaki ayrımın herkesin aynı fikirde olacağı bir mesele olmadığını biliyorum. Bu sadece bir örgütle sınırlı değil. Zira aynı karşılaştırma El-Fetih’in hükümet içindeki ve dışındaki davranışları için de geçerli.

Bütün bunlara rağmen, hiçbiriyle aynı çizgide olmasa da Filistinli herhangi bir direniş grubunun davranışının kınanması durumuna karşı çıkan muhatabımın öfkeli çığlığı varlığını koruyor. Bu da yaşanan ve yaşanmaya devam eden her şeyde en önemli meseleye dikkat çekilmesini gerektiriyor ki o da Filistin ile doğan ve hangi nesle ait olursa olsun onunla birlikte kalacak irade unsurudur. Evet, katliam, aç bırakma ve İsrail’in elindeki her türlü yöntem ile insanların soykırım sonucu yok edilmesi mümkün ancak Filistin iradesi asla yok edilemeyecektir. Ey Tel Aviv politikacıları; artık bunu anlamanızın zamanı gelmedi mi yoksa aptallık içinize mi yerleşti?