Mustafa Fahs
TT

Suikast ve angajman kuralları

İsrail Savaş Başbakanı Binyamin Netanyahu tüm angajman kurallarının üzerinden atladı. Ateşi, Litani Nehri’nin güney ve kuzey sınırlarını aşarak Beyrut’un güney banliyösüne ulaştı.

Böylece Hamas Hareketi’ne karşı 7 Ekim’den bu yana ilk güvenlik ihlali, Gazze Şeridi’nin dışında, Hizbullah’ın kalesinde kaydedilmiş oldu. Bunu yaparken saldırıyı başarıya ulaştırmak için tüm kurallar ve tehlikeler gözardı edildi. Birkaç gün önce Hamas’ın üst düzey liderlerinden Salih el-Aruri’ye ve Kudüs Gücü’ndeki Tümgeneral Razı el-Musevi’ye Şam’da suikast düzenleme kararı alan İsrail Savaş Kabinesi muhtemelen bu iki operasyona misilleme gelme olasılıklarını göz önüne almıştır.

Suikastın ardından tüm gözler, geçen çarşamba günü Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin dördüncü yıldönümündeki konuşmasında söyleyecekleri için yine güney banliyölerine çevrilmişti. Ancak konuşmasının daha önceki az sayıdaki konuşmasından hiçbir farkı yoktu. Bu da demek oluyor ki, Hizbullah hala angajman kurallarına bağlı kalıyor. İsrail çatışma kurallarını ihlal ettiği için Hizbullah buna ‘daha sonra’ karşılık verecektir ancak bunu şu anda çatışmanın genişletilmesiyle ilişkilendiriyor, suikasta yanıt vermekle değil.

Suikast operasyonu, İsrail’in gelecekte yapacağı ihlallerini durdurmak için Hizbullah’ın yeniden tesis etmesi gereken caydırıcılık ilkesini kırmış oldu. İsrail’in suikast ile yaptığı ihlal iki düzeyde geldi; birincisi saldırı başkentte oldu, ikincisi ise üst düzey biri hedef alındı. Tel Aviv, daha önce meşhur Münih saldırısının planlayıcısı olmakla suçladığı kişilere yaptığı gibi, Aksa Tufanı operasyonundan sorumlu olduğuna inandığı herkesi tasfiye etmeye yönelik güvenlik planını uygulamaya başlarsa, Beyrut’ta yapılan suikasta benzer suikastların tekrarlanması muhtemel. Buradan, bilhassa Lübnan’ın bir suikast dalgasına açık olacağı anlaşılıyor. Bu durum Hizbullah için güvenlik kaygılarına neden olacak ve caydırıcılık dengesini yeniden tesis etmek amacıyla niteliksel bir müdahale gerektirecektir. Bu, bir gecede olacak bir iş değil. Bu yüzden İsraillilerin yaptıklarına karşılık vermek uzun zaman alacak. Sahada doğrudan caydırıcılığa gelince, üzerinde anlaşılan alanı aşmayacak şekilde sınırdaki her türlü yoğun ateşli tepki, çatışmanın kuralları çerçevesinin dışına çıkmaz.

Gazze savaşının üzerinden yaklaşık üç ay geçmesine rağmen ortaya konan stratejik hedeflerin gerçekleştirilememesi, Netanyahu ile ABD yönetimi arasında bazı anlaşmazlıkların ortaya çıkması, özellikle de Netanyahu ile ABD Başkanı’nın son telefon görüşmesinde keskin ayrılıklara düştüğüne dair sızdırılan bilgiler ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki ikinci adam John Kirby’nin iki gün önce çıkıp “Hamas’ın hala büyük bir gücü var. Askeri saldırının Hamas fikrini yok edeceğini sanmıyoruz. Bu fikrin varlığını sürdüreceğini kabul ediyoruz” şeklinde açıklamalarda bulunması göz önüne alındığında, Netanyahu’nun Beyrut’ta Aruri’ye suikast düzenleme kararı, bir nevi iki devletli çözüme bağlı olan ABD yönetimine isyan bayrağını kaldırmaya ve çatışmayı kontrol edilmesi güç olabilecek farklı boyutlara kaydırmaya benziyor. Burada özellikle Lübnan cephesi dikkat çekiyor. Zira İsrail burada bütün olasılıklara zemin hazırlamış durumda.

Öte yandan, eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin suikastının dördüncü yıl dönümünde İran’da, Süleymani’nin memleketi olan Kirman kentinde kimliği belirsiz kişilerce Süleymani’nin yasını tutanlara karşı iki bomba patlatıldı. Bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, bu saldırının DEAŞ eylemlerine benzediğini söyledi. Tahran, bu saldırının yanıtsız kalmayacağı ve faillerden intikam alınacağı sözünü vermiş olsa da hala ‘stratejik sabır’ olarak adlandırdığı yöntemi uyguluyor. Aslında bu yöntem, İran’ın Tel Aviv ve Washington ile sert çatışmaya girmekten kaçınmasının bir bahanesidir. Çünkü İran, ABD yönetimiyle müzakerede elde ettiği kazanımları korumak istiyor ve ne kadar kayıp verilirse verilsin gerilimi tırmandırmaktan kaçınıyor. The New York Times’ın sızdırdığı bilgiler de bunu gösteriyor. Nitekim gazeteye göre Ayetullah Hamaney, Irak ve Suriye’deki ABD üslerine yönelik operasyonların sınırlandırılması ve ne pahasına olursa olsun Washington ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınılması talimatını verdi ve Hamaney’in sözleri aynı zamanda Lübnan cephesini de kapsıyordu.