Soğuk Savaş'ın sonundan 21. yüzyılın ilk on yılının sonuna kadar Ortadoğu ile ilgili makaleler, çalışmalar, kitaplar ve konferanslar, Arapların, insanlık tarihinde en olumlu kabul edilen ve küreselleşme, demokrasi, insan hakları ve o dönemde Doğu Avrupa ve Güney Amerika'da yaygınlaşan, Doğu Asya'da da hızla yayılan ekonomik kalkınmanın temsil ettiği akımların dışında kaldığından bahsediyordu. Bunun nedenleri hakkında pek çok açıklama vardı ama genel olarak mesele Arap devletinin yozlaşmasına ve çağdaş dünyaya yetişememesine, modern bilgiyi ve yeni endüstriyel patlamaları ifade eden teknolojik devrimlerin ürettiği yeni düzeylere yükselme yönündeki popüler hırsın yokluğuna bağlandı.
Batı’nın hoş karşıladığı Arap Baharı olarak adlandırılan dönem patlak verince, kaosa ve iç savaşa evrilmeler ve tamamı Harici mezhebine bağlı örgütler, hareketler ve hükümetlerin yanı sıra Müslüman Kardeşler’den DEAŞ’a kadar terör örgütlerinin hızlı ve acımasız bir şekilde ortaya çıkışı ile birlikte bu dışta kalma ifadesi hızla yaygınlaştı. Anarşizmin saygı duyulan siyasi doktrinlerden biri haline geldiği ve filozofları ile siyasi yönelimlerinin iki dünya savaşına yol açtığı 19. yüzyıldan itibaren Avrupa'nın yaşadıkları da Arapları bu dışta kalma söyleminden kurtaramadı. Gerçekte ise Arap dünyası da, yüz yıllık bir zaman farkıyla da olsa, diğer kıtaların geçirdiği dönüşümlerden geçti. 19. yüzyılda bir Arap Rönesansı yaşadı ve bu Rönesans yayılarak Arap ülkelerine gerek Osmanlı İmparatorluğu'ndan gerekse Batılı sömürge ülkelerden bağımsızlıklarını kazandırdı. Son olarak Arap Baharı sadece kaos ve radikal İslami hareketleri ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri, Mısır, Ürdün ve Fas tarafından temsil edilen bir dizi önemli Arap ülkesinde büyük reform çabalarına da yol açtı. Bu ülkeler şimdi büyük bir sınavla karşı karşıya bulunuyorlar.
Fikri ve felsefi kökenleri itibarıyla reform aynı zamanda Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları sonrasında Avrupa'nın da gösterdiği tepkilerden biriydi. Ulus-devletlerin olgunlaşmasına ve bu devletlerin daha önceki yüzyıllarda Katolik ve Protestan bölünmesinden kaynaklanan savaşların şiddetli etkilerinden arındırılmasına dayanıyordu. Şimdi, Arap dünyasındaki deneyim, yeniliğine ve terörizm, korona ve Rusya-Ukrayna savaşının neden olduğu öfkeli uluslararası gerçekliğin sonuçlarıyla yüzleşmesine rağmen pek çok başarı kaydetti. Şimdi, Arap reform deneyimleri yeni bir meydan okumayla karşı karşıya bulunuyorlar. Beşinci Gazze Savaşı sadece reform deneyimlerine karşı bir meydan okumayı temsil etmiyor, bunun ötesinde Arap bölgesini reform için gerekli istikrardan da mahrum bırakıyor. Dahası küresel bir savaşa yol açma ihtimalini bünyesinde barındıran geniş bir bölgesel savaşa işaret ediyor. Bu gelişmeler üç kaynaktan doğuyor; birincisi, İsrail-Filistin savaşının çeyrek asırdan fazla bir süredir devam etmesi ve şu anda Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da somutlaşması. Filistin-İsrail uzlaşmazlığı toprak (coğrafya), zaman (tarih) ve insanlara (demografi) dayanıyor. İkinci kaynak, bahsi geçen uzlaşmazlığın Arap bölgesinin doğusu ile batısının tam ortasında yer alması ve özellikle taraflarından birinin (İsrail) sömürge döneminin ürünü olmasının yanı sıra büyük bir Batı desteğine ve nükleer silaha varan bir silah gücüne sahip olması nedeniyle her ikisinin de bu çatışmadan uzak kalamaması. Üçüncüsü, Filistin meselesi İslam dünyası ile Ortadoğu'nun geri kalanı için önemli meseleleri etkiliyor. Kudüs, bir barış çağrısı olabileceği gibi, savaşları ateşleyecek kadar da özel bir öneme sahip.
Devam eden Arap reformu tüm bu çelişkileri görmezden gelemezdi, dolayısıyla geçtiğimiz on yıllar boyunca bunları çeşitli yollarla yatıştırmaya çabaladı. Bu çaba, altı Arap ülkesi ile imzalanan barış anlaşmalarını doğurdu. Filistin meselesine iki devletli ve Filistinlileri Oslo Anlaşması ve diğer ilgili anlaşmalar temelinde devlet olma yoluna sokmaya dayalı temel bir çözüm bulma karşılığında, 3 Arap ülkesinin de İsrail ile kapsamlı barış arayışına girmesiyle sonuçlandı. Şimdi bu farklı yollar, İsrail'in Filistinlileri zorla yerinden ederek Mısır ve Ürdün başta olmak üzere komşu ülkelere gönderme çabaları nedeniyle tehdit altında. Kendisi Filistinlileri yerinden etme niyetini resmi kaynaklarının açık ve net açıklamalarıyla duyururken, Arapları "Yahudileri" denize atmaya çalışmakla suçlamakta İsrail açısından hiçbir tuhaflık yok. Ancak Arap reformuna yönelik tehdit yalnızca İsrail'den değil, aynı zamanda İran ve Irak'taki Haşdi Şabi, Suriye'deki Devrim Muhafızları, Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen’deki Ensarullah (Husiler) başta olmak üzere ona bağlı ittifaklardan da geliyor. Husiler savaşın kapsamını Kızıldeniz'i de kapsayacak şekilde genişletme yönünde büyük adımlar attı.
Savaşı genişletmeye ve gerilimi tırmandırmaya yönelik tek girişim bu değildi; bunun öncesinde Gazze içinde şiddet derinleştirildi, suikastlar ve İsrail'in Lübnan ve Suriye ile sınırlarında çatışmalar yaşandı. Irak'taki Haşdi Şabi ile ABD arasında Suriye ve Irak'ta çatışmalar oldu. Şimdiki patlama noktası, Kızıldeniz'de devam eden, küresel ticareti ve Arap bölgesinin güvenliğini tehdit eden gerilimdir. Bu, Yemen'deki Husi "Ensarullah" örgütünün Gazze savaşına katılımının bir parçası olarak uluslararası seyrüseferi hedef alan askeri müdahalesi ile başladı. ABD ve İngiltere, öncelikle Husi saldırılarını püskürterek seyrüseferi koruma ve savunma amacıyla bir askeri koalisyon oluşturdular. Ancak Husilerin saldırılarını sürdürme ısrarı üzerine ikinci adım olarak ABD ve İngiltere, Husilerin Yemen'deki füze ve İHA fırlatma üslerine hava saldırıları düzenlemek zorunda kaldı. Böylece Husilerin tepkisi kararlı bir şekilde karşılık vermeye, Batı ve İsrail'in de İran'daki milis dörtlüsüne liderlik eden bölgesel gücü vurma yönünde artan eğilimine dayalı olduğundan savaş kritik bir gerilim noktasına vardı. Hiçbir Arap ülkesi böyle bir sınav ile tek başına mücadele edemez. Bunun tek bir yolu var, o da, çatışmanın tamamını olmasa da kaçınılmaz olan olasılıklarını yönetmek için stratejiler geliştirebilecek güçte bir Arap koalisyonu kurmak.