Tahran’ın Pakistan sınırına gerçekleştirdiği benzeri görülmemiş saldırının ardından hem Pakistan hem de İran, iki ülkenin sınırlarına karşılıklı saldırılarla yetindi ve böylece bölge gerçek bir felaketten kurtuldu. Ama bir süreliğine…
İran’ın Pakistan topraklarına saldırısı, neredeyse bir felakete yol açıyordu. Zira Pakistan, 250 milyon nüfusa ve güçlü bir orduya sahip, nükleer bir ülke. İran ile Pakistan arasında meydana gelecek herhangi bir askerî çatışma, eşi benzeri görülmemiş bir mezhep savaşının fitilini ateşleyecektir.
Allah korusun böyle bir savaşın patlak vermesi, aynı zamanda tüm terör örgütlerinin geri dönmesine, bölge genelinde emsalsiz bir milis dünyasının meydana gelmesine ve de bölgedeki tüm reform hareketlerinin sekteye uğramasına da yol açacaktır.
Peki, İran saldırısını nasıl okuyacağız? Pakistan’ın bu saldırıya verdiği doğrudan ve hızlı tepki, 1980 yılında başlayarak sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’ndan bu yana bir bölge ülkesi tarafından İran topraklarına yönelik ilk saldırıydı.
Tahran’ın Pakistan topraklarını hedef alarak gerçekleştirdiği eylem bize, İran için bölgede bir kırmızı çizgi olmadığını ve İran rejiminin kendisini tehlike veya kuşatma altında hissettiğinde, uçurumun kenarında yaşayan bir rejim olarak bir bilinmeze atlamaktan çekinmediğini söylüyor.
Bu, rastgele söylenmiş bir söz değil. Nitekim Reuters haber ajansı, üç İranlı yetkiliden, İran’ın Pakistan’a yönelik saldırısının, Tahran’ın Ortadoğu’ya ilişkin hırslarından ziyade iç güvenliğini güçlendirme çabalarından kaynaklandığını aktardı.
Bu saldırı, İran’ın güneydoğusundaki Kirman’da yaşanan ve yaklaşık yüz kişinin ölümüne sebep olan son patlamalardan sonra gerçekleşti. Bu patlamalar, bilhassa İsraillilerin İran içlerine yönelik peş peşe güvenlik saldırılarının ardından İran’ın güvenlik durumunun kırılgan olduğunu göstermişti.
Tüm bunların yanında Tahran’a bağlı milisler son dönemde Irak’ta, Yemen’de ve Suriye’de Amerikalıların saldırılarına maruz kaldı. Kudüs Gücü komutanına ve Kudüs Gücü’nün dün Suriye’de öldürülen istihbarat şefine yönelik suikastların gösterdiği üzere İran ve Hizbullah, Suriye’de İsrailliler tarafından da darbeler aldı.
Tüm bunlar İranlıları gerek Irak’ta gerekse Suriye’de itibarı koruyacak saldırılarda bulunmaya sevk etti. Bu tabloda dikkat çekici olan, Pakistan topraklarına yönelik saldırıyla girilen maceradır. Bu saldırı, Pakistan tarafından, Pakistan’ın bir kırmızı çizgi olduğu ve İran’ın maceralarının kapsamı dışında yer aldığı yönünde açık bir mesaj içeren hızlı bir tepkiyle karşılık buldu.
Tahran, şimdi yaptığı ve yapmaya alışık olduğu şeyi henüz nükleer bir ülke değilken yaptı. Bu durumda şu önemli soruyu sormak gerekiyor: O halde nükleer bir İran nasıl olacak? Tahran’ın bölgedeki veya tüm İran sınırlarındaki macerasının sınırı ne?
Humeyni Devrimi’nden bu yana İran tarihinde yaşanan tüm hadiseler, vahim sonuçlara yol açsa da gerilimi tırmandırmaktan çekinmeyen bu rejimin davranışlarını öngörmenin zor olduğunu söylüyor.
Evet, İran daima bir uçurumun kenarında duruyor, ama bu duruş her zaman garantili olmaz.
Dolayısıyla İran-Pakistan krizinin durulması, geçici bir kurtuluşu temsil ediyor. Zira İran’ın daima ileriye doğru kaçmaya meyilli bu yaklaşımı karşısında hiçbir şeyin garantisi yok.
Bu kriz, İran projesinin sadece bölge için değil, İran için de tehdit içerdiğini hatırlatan bir tehlike çanıdır.