Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Özür dilemeye geldi

Bu büyük meslekte gazeteciler olayları diğerlerinden farklı bir şekilde yaşarlar. Diğerleri için olaylar iz bırakmadan, hızlı bir şekilde geçer gider. Bir olay diğerinin yerini alır. Gazeteci ise yazma, analiz etme ve düşünme görevini üstlenir. Bazen uzağında veya yakınında olup bitenlerden etkilenir, öyle ki olayın bir parçası haline gelir. Kınar veya takdir eder. Bazı kişilere hayranlık duyar, bazılarını ise suçlar. Kahramanlığın, deliliğin, kötülüğün, inşanın, hoşgörünün sembollerini sanki onların ülkelerinin vatandaşı gibi ele alır.

O, istediğinden değil, mesleği gereği her gün bazı tarihi olaylarla uğraşır. Ortalama veya ilgisiz okuyucunun aksine, duygularına ve tutumlarına yenik düşer.  Duygusal gazeteciler için her ülke kendi ülkeleri, her dava onların davası olur. Bazı meslektaşlarım, her zaman Stalin ve Hitler'i hatırlattığım için beni kınarlar, ama Pol Pot, Augusto Pinochet ve Arjantinli generaller gibi haleflerinin ortaya çıkışına hep birlikte şahit olduk.

Bir gazeteci için bu olayları takip etmek ne bir seçenek, ne de bir lüks. Onun misyonu ya da gücü kesinlikle dünyayı değiştirmek değil, aksine ona tanıklık etmektir. Yetmişli yılların başlarında, tarihi Alman Şansölyesi Willy Brandt'ın diz çöküp Almanların İkinci Dünya Savaşı sırasında Oder-Neisse halkına yaptıklarından dolayı özür dilediğini gördük. Sahne muhteşem ve ürkütücüydü. Brandt'ın diz çökmesi tek bir Nazizm kurbanına hayatını geri vermedi, ancak hataların yükü altındaki Almanların ruhlarını az da olsa huzura kavuşturdu.

Bu, uluslararası politikada bir emsal haline geldi ve Japonlar-Koreliler örneğinde olduğu gibi aynı dönemde katliamlarda bulunan birçok halk tarafından taklit edildi. Özrün nedeni savaş değildi, çünkü savaş savaştır, aksine savaş sırasında işlenen kıyımlar, vahşetler ve suçlar için özür dileniyordu.

Almanlar, Japonlar ve diğer halklar çok geçmeden dilemeleri gereken özürlerin bir sonu olmadığını keşfettiler. O kadar çoktular ki anlamlarını kaybetmişlerdi ve artık kimse onları umursamıyordu. İnsanlık örneği olan bir kişinin, ülkesindeki çılgın barbarlığın örneği olan bir varlık adına özür dilemesinin ne faydası vardı?

Bireyler gibi halklar da vahşet nöbetlerine veya vahşet dalgalarına yakalanırlar. Yıllar önce oldukça milliyetçi bir Yunan arkadaşımla konuşuyordum ve bana şunları söyledi: Birkaç hafta önce Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ülkemize geldi ve Almanların savaş sırasında bize yaptıklarından dolayı özür dilediği bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında o kadar duygulandı ki gözyaşlarına boğuldu ve eşi onu teselli etmeye çalıştı.

Arkadaşım alay ve acı arasında şunu da ekledi: "İnsan Almanlara acıyor. Özür borçlu olmadıkları hiçbir ülke veya halk yok." Modern Yunan tarihini okuyan kişi, bir antik Yunan tragedyasını okumuş gibidir. Önce Naziler, sonra da Komünistler tarafından katledildiler. Bazen kahramanlık, bazen vatana ihanet adına ama her iki durumda da kendilerinden özür dilenerek kadınları ve çocukları öldürüldü.