George Washington Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi dalında Yardımcı Doçent Jeffrey Ding, küresel üstünlük koşullarını altüst ediyor. Ding, “Teknoloji ve Büyük Güçlerin Yükselişi” adlı etkileyici kitabında, bir atılım gerçekleştiren mucidi değil, yayma ve genelleştirme yeteneğine sahip olanı, yani hükümetlerin, sistemlerin ve kurumların icat ve yenilikleri benimseme ve bunları ekonomik ve hizmet faaliyetlerini yeniden yapılandıracak şekilde hızla yayma yeteneğini kutluyor.
Ding, elektrik ve buhar makinesinden günümüzün yapay zekasına kadar “genel teknolojik” buluşların, yalnızca belirli ülkeler yeni teknolojileri yayabildiğinde ve bunları fabrikalarda, okullarda, çiftliklerde ve idarelerde yaygın olarak kullandığında büyük dönüştürücü ekonomik etkilere sahip olduğunu savunuyor.
Örneğin, ABD, İngiltere'nin öncülük ettiği Birinci Sanayi Devrimi'nin buhar makinesi, mekanize tekstil endüstrisi, demir ve demir yolu gibi teknolojilerinin çoğunu icat eden ilk ülke değildi.
Ancak, ABD tüm bu ve diğer teknolojiler üzerine kendisini inşa etti ve bunları kurumları, ekonomisi ve toplumu genelinde yayma ve genelleştirme konusunda İngiltere'yi geride bıraktı. Yenilikler ile buluşları kapsamlı bir pratik ekonomiye dönüştürdü ve böylece İkinci Sanayi Devrimi'nde dünyaya öncülük etti.
Paralel olarak, ABD, teknik eğitimi ve uygulamalı bilimler üniversitelerini destekleyerek, üretim hatları ve dev fabrikalar geliştirerek, Amerikan kültürüne deneysellik değerlerini aşılayarak modern teknolojilerin yaygın olarak benimsenmesini kolaylaştıran karmaşık hızlandırma sistemleri geliştirdi.
Ding, Sovyetler Birliği'nin deneyimine ve uzay bilimi, uydu teknolojisi alanlarında nasıl önceliğe sahip olduğuna, ancak bilgi işlem ve mekanizasyonu sivil ekonomide genelleştirmede başarısız olduğuna ve bunun da ABD’nin onu geçmesine ve nihayetinde çökertmesine olanak tanıdığına değiniyor. Japonya'nın elektronik dünyasındaki liderliğinin, ABD'nin yaptığı gibi hizmet sektöründe dijital dönüşümü başlatmadaki başarısızlığının sonuçlarından kendisini muaf tutmadığını ve bunun da bu alanda liderlik ve nüfuz tahtından hızla düşmesine yol açtığını belirtiyor.
Çin, yapay zekaya en çok yatırım yapan ülkelerden biri olmasına rağmen, bu yatırımların sonuçları henüz makroekonomik düzeyde üretkenlikte büyük bir sıçramaya dönüşmedi. Çin, yayınlanan araştırma makalesi sayısında dünyaya öncülük ediyor ve yüz tanıma, akıllı şehir uygulamalarında önemli ilerleme kaydetti. Ancak, bu başarılar Baidu, Alibaba ve Tencent gibi teknoloji elitleri ve büyük şirketlerle sınırlı kalıyor ve ekonomiye, topluma daha geniş ve etkili bir şekilde uzanmıyor. Teknik beceri eksikliği, zayıf mesleki eğitim ve bazı geleneksel sektörlerin teknolojiyi özümsemede geride kalması, Çin'in yapay zekayı yaygın bir şekilde kullanma yeteneğini sınırlandırıyor. Çin ayrıca, gelişmiş çiplere ve yarı iletkenlere erişimini sınırlayan ve rekabetçi bir altyapı inşa etme gücünü zayıflatan ABD yaptırımlarıyla karşı karşıya. Dolayısıyla Çin, inovasyon gücüne sahip olsa da, güç dengelerinde gerçek anlamda fark yaratacak kapsamlı yaygınlaşmayı gerçekleştirmekte hâlâ zorlanıyor.
Ding'e göre, tüm önceki deneylerdeki belirleyici faktör, yenilikleri ve buluşları günlük bir ürüne, pratik bir hizmete veya kapsamlı bir üretim sürecine dönüştürme yeteneğinde yatıyor. Buna “yayılma yeteneği” adını veriyor, bu da yeni teknolojinin hızlı ve etkili bir şekilde yayılmasına olanak tanıyan kurumsal, beşeri, teknik ve finansal altyapının mevcudiyeti anlamına geliyor.
Bu kavramsal değişim bağlamında, Körfez anı, özellikle Suudi Arabistan ve BAE'de, bölgenin bu iki önde gelen ülkesinin yapay zekayı benimsemesi ve buna yaptıkları büyük yatırımlarla öne çıkıyor. Riyad ve Abu Dabi, yapay zeka alanında buluşlarda bulunmaya çalışmaktan ziyade, onu hızlı ve etkili bir şekilde benimseyecek ve yayacak altyapıyı ve toplumu hazırlamaya çalışıyorlar. Suudi Arabistan'daki NEOM ve Human veya BAE'deki Stargate gibi projeleri düşünen herkes, yeni bir tür yarışa tanık olduğumuzu fark edecektir; ilk patentler için değil, “kapsamlı hazırlık” için bir yarış.
Örneğin NEOM, yalnızca akıllı bir şehir olarak değil, aynı zamanda yapay zeka, robotik ve blok zinciri teknolojilerini günlük yaşama entegre etmek için gelişkin bir laboratuvar olarak tasarlandı. O bir vitrin değil, su yönetiminden ulaşım ve enerjiye kadar yapay zeka yeniliklerini yayma, genelleştirme ve ihraç etme mantığıyla yönetilen bir uygulama alanıdır.
Öte yandan BAE, altyapı aracılığıyla yayma yaklaşımını benimsiyor. ABD dışındaki en büyük proje olan BAE-ABD Stargate projesi, yalnızca bilgi işlem merkezlerine yapılan bir yatırım değil, yapay zekayı elektrik şebekelerine benzer şekilde kamu hizmeti haline getiren, 3 milyar insanı ve 10 trilyon dolar değerinde ekonomileri kapsayan bir çevreye uygulama ve çözümler ihraç etmeye hazır yeni bir konsept.
İki ülkeyi birleştiren şey, bilimsel inovasyondan önce kurumsal yayılmaya, yani Suudi Arabistan ve BAE'nin mutlaka onu icat eden ilk ülkeler olmasalar da harekete geçtiği anda “trene binen” ilk ülkeler olmasını sağlamak için; veri ağları kurmaya, nüfusun mümkün olan en geniş tabanını bunun için eğitmeye, kuluçka merkezi olacak bir yasal ortam düzenlemeye, petrol gelirlerinin önemli bir kısmını teknoloji devleriyle stratejik ortaklıklara yatırmaya bahis oynamalarıdır.