Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

İnsan dini

Bu satırları Dr. Rıdvan Seyyid'in geçen hafta sonunda bu gazetede yayınlanan makalesindeki görüşlerini desteklemek için yazıyorum. Makalesinde Dr. Rıdvan, geçen hafta Mekke'nin ev sahipliğinde düzenlenen “Uluslararası Konferans: İslam Mezhepleri Arasında Köprüler Kurmak” başlıklı konferanstaki tartışmalar ile ilgili yorumlarda bulunuyordu. Görüşlerinin özü, dini kurumların ve din adamlarının, dini düşünceyi yenilemek için, merkezi “küresel çerçevede bilineni” anlamak olan özel bir kavramı benimsemeleri gerektiğidir. Dr. Rıdvan, İslam dini elitlerini diğer toplumların elitleri ile bir araya getiren, din mensuplarının hemfikir olduğu ve genel olarak insanlığa hizmet eden kavram ve eylemleri teşvik etmeyi amaçlayan ortak girişimler başlatılması çağrısında bulunuyor. Manevi yaşamı ve aile yaşamını zenginleştirmeye, eğitimi geliştirmeye, kadın ve çocuk haklarını geliştirmeye yönelik girişimleri buna örnek gösteriyor.

Görünüşte bu görevin başarılması kolay görünüyor, çünkü bu, dinlerin mensupları olsun veya olmasın, dünyadaki tüm iyilikseverlerin ortak arzusudur. Ama İngilizlerin dediği gibi şeytan ayrıntıda gizlidir. İş birliği - bildiğimiz gibi - bir tanışmayı ve ardından her bir tarafın bu dünyadaki yaşam tarzını ve öbür dünyada kurtuluş yolunu seçme hakkının karşılıklı olarak tanınmasını gerektirir. Spesifik olarak bu, dini anlayışın çoğulculuğunu veya - daha doğrusu - dinin orijinal kaynağı olan Kuran-ı Kerim ile onun etrafında ortaya çıkan ve dini bilgi veya dini miras olarak adlandırdığımız bilgi, açıklama ve tefsirler arasındaki ayrılığı alenen kabul etmek anlamına geliyor.

Kuran ve onun statüsü konusunda hiçbir ihtilafın olmadığını biliyoruz. Ancak ondan sonra neyin geldiği, özellikle de alimlerin önceki yüzyıllardan günümüze kadar ürettikleri bilgiler konusunda yaygın bir anlaşmazlık var. Son yıllarda, özellikle Kuran anlayışımıza hakim, zaman ve mekânı aşan bağımsız bir teşri kaynağı olduğu için, Hz. Peygamber'in sünnetinin statüsüne ilişkin tartışmalara tanık oluyoruz. Tamamen skolastik-bilimsel çerçevede kaldığı sürece bu gerekçeleri olan bir tartışma. Burada şunu belirtmek isterim ki, İmam Şafii'ye göre sünnetin ikinci vahiy olarak kabul edilmesine karşı çıkanlar, sağlam bilimsel gerekçelere dayanıyorlar. Geçen yıl bu konuyla ilgili 40 saatten fazla süren bir semineri takip ettim ve bu grubun kanıtlarının basit olmadığını gördüm.

Yukarıda belirtilenler, dini bilgi ve yorumun çoğulculuğuyla, yani İslam hukuku çerçevesinde içtihadın çoğulculuğuyla ilgilidir. Bunu kabul etmek, mevcut kanaatlerimizden ne kadar uzak olursa olsun, mezhep ve görüş çeşitliliğini mutlaka kabul etmek anlamına geliyor. Ancak Dr. Rıdvan'ın çağrısı bahsettiğimizin ötesine geçiyor. Onun çağrısı, -yorumlamak gerekirse- "iyiyi" din-mezhep kimliğinden kurtarıp, yaptığı işin meyvelerini kimliğini taşıyan ve inançlarını paylaşan bir grup çerçevesine hapsetmeden, müminin inancına göre katıldığı ortak bir insani şey haline getirmeyi kastediyor.

Böyle bir gelişmenin din anlayışını, sadece gayrimüslimlerle ilişkiler düzeyinde değil, teorik düzeyde, yani dini metni ve içtihadı şeriat çerçevesinde anlama düzeyinde de yeniden yapılandıracağına inanıyorum. Geçmişte, önde gelen bazı fıkıh alimleri ve düşünürler, dini düşünce ile Müslüman toplumlarda veya Müslüman toplumların dışında çağdaş insanların deneyimlediği yaşam gerçekliği arasında bir kopukluk olarak gördükleri şeyden bahsetmişlerdi. İddia edilen kopukluğun en açık yönünün “aklî iyilik ve kötülük ilkesinin” reddedilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu ilkeye göre insanın her eylemi, özünde iyilik ya da kötülük içerir ve hangi dinden olursa olsun, akıl sahibi çoğu insan bu eylemin iyi mi kötü mü olduğunu anlar. Aklın bir eylemin iyiliğini ve kötülüğünü ayırt edebilme yeteneği, o eylemin ahlaki değerini belirlemek için yeterlidir. Yani, dini bir metinde yer alsa da almasa da, iyilik, failini övmek, kötülük ise kınamak için sebep sayılabilir.

Şeriat ile gerçeklik arasındaki kopukluğu ortaya koyan ikinci husus, şeriat hükümleri ile amaçları arasındaki keyfi ayrım veya amaçların bir içtihat olduğu, daraltılabileceği, genişletilebileceği ve hatta değiştirilebileceği gerçeğini dikkate almadan geçmişte alimlerin kendisini belirttikleri şekil ile sınırlandırmaktır.

Bu, Dr. Rıdvan'ın görüşlerini uygun gördüğüm bağlama oturtmak için gerekli bulduğum kısa bir genel bakıştı ve daha fazla açıklamaya gerek kalmayacak şekilde konuyu açıkladığımı düşünüyorum.