Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Neden çocuklarla başlamalıyız?

Geçen haftaki makaleye yanıt olarak bir meslektaşım bana şunu yazdı; iddia doğru olsaydı bugün arzu ettiğin şey gerçekleşmiş olurdu. Arap dünyasında on binlerce yetkin yazılımcı var ve binlercesi de her yıl bilişim alanında uzman bölümlerden mezun oluyor. Ancak yazının iddia ettiği gelişmeyi göremiyoruz. Aksine bireysel, kurumsal ve devlet düzeyinde kullandığımız programların büyük çoğunluğu hâlâ yabancılar tarafından geliştiriliyor. Yerel yazılımcıların bu programlarda bir rolleri varsa da ülke ihtiyaçlarına uygun geliştirilmeleri için koordinasyon ve hazırlama ile sınırlı. Bu ise gelişimle, yenilikle alakası olmayan bir iş.

Bugün sahip olduğumuz binlerce yazılımcı kayda değer bir şey yapmadıysa, sayının iki katına çıkması bir fark yaratır mı? Yani, sorun sayıda mı? Bilişimin milli bir sektör haline gelmesi için 1 milyon yazılımcımız, programcımız olması gerektiğini mi söylüyoruz?

Bu sorunun saçma ve boşuna sorulmuş olduğunu düşünüyorum. Ancak geçmişte başarısız olmamıza yol açan, bugün veya yarın yine başarısız olmamamıza yol açabilecek etkenleri ortaya çıkaran önemli bir pencereye dikkatimizi çekiyor. Toplamda faydalı olmasına rağmen mesele kesinlikle sayı değildir. Sayıyı artırmaya değil, yaratıcılık ve yenilikçiliği desteklemeye çağırıyoruz.

Çokluk ve yaratıcılık arasındaki fark, Hindistan'daki tarım ekonomisi ile Hollanda'daki tarım ekonomisi arasındaki karşılaştırma ile netleşecektir. Hollanda'daki çiftçi sayısı 660 bin iken, Hindistan'daki çiftçi sayısı 152 milyona (230 kat) ulaşmaktadır. Hollanda'nın tarımsal ihracatının değeri ise 132 milyar doları bulurken, Hindistan'ın ihracatı 53 milyar dolardır (yarısından az). Bu büyük farkın ardındaki sırrın ne olduğunu biliyor musunuz? İşin sırrı, Hollanda'nın yeni teknik buluşlar listesinde ilk 10 ülkeden biri ve tarım alanında en yenilikçi ülke olmasıdır.

O halde amacımız sadece sayısal artış değil, yaratıcılığı ve yenilikçiliği artıran sosyal-kültürel bir ortam oluşturmaktır. Yurt dışından ithal edilen program ve cihazların kullanıcılarını değil, yeni program ve cihazlar yaratan yenilikçileri ve yazılımcıları yetiştirmeyi hedefliyoruz. Bu nedenle geçen haftaki yazımda programlamanın ilkokul düzeyinde öğretilmesi, ardından ortaokulda zorunlu ders haline getirilmesi çağrısında bulundum. Çünkü insanın çocukluğunda aklını meşgul eden konu, büyüdüğünde bir hobiye, tutkuya, günlük yaşamının vazgeçilmez bir parçasına dönüşür. Pek çok çocuk oyun programlamayı erken yaşlarda keşfedecek ve ardından bazıları tarım, mühendislik ve beşeri bilimler gibi diğer alanlara yönelecekler, ancak bu alanlardan herhangi birini bilişim alanına bağlama yeteneğini de yanlarında taşıyacaklar. Daha sonra yapay zekanın tarıma, tıbba, iletişime, ulaşıma, mühendisliğe vb. sorunsuz girişini göreceğiz. O halde bu düşüncedeki ana unsur, bilginin, insan ruhunda ve zihninde yansımasını derinleştirmek ve onu dünyasının aktif bir parçası haline getirmektir.

Bu, şu ana kadar çoğu Arap üniversitesinde alıştığımız yönteme göre üniversitede bilişim öğretmekten farklı bir şeydir. Mevcut eğitim sistemimiz, öğrencilere yenilikçilik ve yaratıcılık duygusu aşılamayı pek önemsemiyor, bunun yerine öğrenci, donanım ve yazılım kullanımında ustalaşmaya, ardından bilişim alanında veya başka herhangi bir alanda rahat iş garantisi veren bir üniversite diploması almaya odaklanıyor. Yani yazılım, öğrencinin günlük yaşamındaki zihinsel bir meşguliyet, tutku ya da hobi olarak değil, bilgilerine yapılmış bir ekleme oluyor.

İlk tablodan çok fazla yenilik ve yaratıcılık bekleyebiliriz. Bir şeyler öğrenen çocuklar erken yaşta yaratıcı olurlar. Dahası, küçük yaştaki gençlerin yeni şeyler icat etme ve keşfetme yeteneğinin, onlardan daha büyük olanlara, yetişkinlere göre daha güçlü ve olası olduğunu iddia ediyorum. Bunun sırrı, sosyal konumuna ve finansal gücüne bağlı olarak nadir durumlar dışında, düşüncesini bilinen ve tanıdık olanla sınırlayan olgun bir kişinin aksine, çocukların ve ergenlik yaşındaki gençlerin hayal gücünün, zihnin sınırlamaları ve kısıtlamalarıyla sınırlı olmayan, dizginsiz bir hayal gücü olmasıdır. Mantıksallıkları aşan dizginsiz hayal gücünün yaratıcılığın babası ve annesi olduğu, günümüz dünyasında kabul gören bir veri haline geldi. Yaşam boyunca meyve vermek için yaratıcılığın ve yenilikçiliğin tohumlarının yaşamın başlangıcında atılmaya başlanması gerektiğini de eklemek isterim.