Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Husilerin ve İranlıların Kızıldeniz’de hedef alınmaları

Kızıldeniz bugün ticari gemiler, savaş gemileri, Husilerin füzeleri ve deniz korsanlarıyla dolu dünyanın en tehlikeli rotalarından biri. Kızıldeniz’de İran bandıralı gemiler ve İran’a giden gemiler de saldırıya uğradı. İran, geçtiğimiz günlerde, Somalili olabileceklerini söylediği deniz korsanlar tarafından saldırıya uğrayan gemilerine nezaret etmek üzere savaş gemileri gönderdiğini açıkladı. Bunu doğrulayacak bağımsız bir haber kaynağı yok, ama doğru olduğunu varsayarsak, “Bu durum Husilerin saldırılarına karşı denizde askeri bir denge sağlar mı?” sorusu ortaya çıkıyor.

Eğer amaç İran'ı caydırmaksa akla gelen en mantıklı soru ise “ABD Donanması neden Babu’l-Mendeb Boğazı’nda ‘başı boş dolaşan’ ve kendilerini hedef almakla görevli Husilere bilgi ve koordinat sağladığına inanılan İran Donanması’na saldırmıyor?” sorusu oluyor.

Bu soruyu bir uzmana sorduğumda bana, “Barışçıl gemilere saldırmak bir suçtur. İki ülke arasında savaş ilan edilmedikçe bu suça benzer bir suçla karşılık verilemez. Aksi takdirde düşman ülkenin tüm varlıkları hedef haline gelir. Bugün sadece İran'ın vekalet savaşı söz konusu” yanıtını verdi. Bunun Doğu Afrika'daki deniz korsanlarının İran’a bandıralı ya da İran’a giden gemileri tehdit etmek için kullanılabileceği anlamına mı geldiğini sorduğumda ise “Husilerin korsanlıklarını dengelemek için Afrika kıyılarından deniz korsanlarının kiralanması denizdeki çatışmaların kapsamını genişletir. Burada kaybeden küresel ticaret olur. İran'ın özellikle Babu’l-Mendeb Boğazı gibi Avrupa ve ABD pazarlarına uzanan deniz yollarındaki ticari kayıpları çok sınırlı” şeklinde cevapladı.

Denizdeki durum bu. Karadaki durumsa nispeten sakin kalmaya devam ediyor. Husiler, her ne kadar Husilere yakın haber kaynakları aksini iddia etse de aralarında Suudi Arabistan’ın da olduğu çeşitli taraflara verdikleri sözlere çok az bağlı kalıyorlar. Eğer basındaki düşmanca çıkışlar, Husilerin Yemen’in meşruiyetine karşı farklı bir tutum sergilemesine, gerilimi tırmandırmasına ve komşu ülke Suudi Arabistan ile gerginliğin yeniden başlamasına yol açmazsa tüm bu gelişmeleri İran'ın tutumu ve Gazze’deki savaşa eşlik eden siyasi propagandası çerçevesinde görebiliriz.

Husiler bugün bazılarının öne sürdüğü gibi Gazze’deki savaşla bağlantılı olarak bölgesel bir gerilim çerçevesinde komşu ülkeleri tehdit edebilecek daha iyi bir konumda değiller. Prensipte taraflardan hiçbir gerilimi tırmandırmak istemiyor. Bununla birlikte Husilerin son birkaç ay içinde uluslararası seyrüsefer yollarında ticari gemilere yönelik 100'den fazla saldırısı sonucunda düşman güçlerin sayısı da arttı.

Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda ilişkileri düzeltme ve diplomatik temsilcilikleri yeniden açma konusunda bir anlaşmanın imzalanmasından önce Husilerle ateşkes sağlanmış ve çatışmaların durmuştu.

Kızıldeniz’de ABD ve İngiltere güçleri ile Husiler arasında sık sık yaşanan çatışmalar dışında, Yemen-Yemen sürecinin gidişatı, farklı taraflar arasındaki çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunması konusunda büyük umut veriyor. Süreçle ilgili müzakereler, ortak yönetim kavramına ve Ali Abdullah Salih rejiminin 2012 yılında düşmesinden bu yana çözüm bekleyen birçok meseleyi sona erdirecek bir yol haritasına dayanıyor.

Yemen’de kabilelerin yanı sıra bölgesel ve partizan güçler arasındaki anlaşmazlıkları yönetebilmesiyle bilinen Yemen’in eski Devlet Başkanı Salih'in ölümünün ardından dağılan parçaları toplamanın ve ülkedeki durumu on yıl önceki haline getirmenin kolay bir iş olmadığını biliyoruz. Özetle savaşın yeniden patlak vereceğine dair artan haberler, propaganda tehditlerinin bolluğuna rağmen en azından şimdilik gerçekçi görünmüyor.