İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin vefatının ardından Tahran'daki rejim iki zorlukla karşı karşıya kaldı. Birincisi zaman, diğeri ise Reisi’nin yerine geçmesi için aday gösterilen isimlerin listesi. Reisi’nin halefliği sadece Cumhurbaşkanlığı makamıyla sınırlı olmadığından rejimin en büyük ikilemi, kaybedecek zaman lüksüne sahip olmadığı bir geçiş dönemi için en uygun ismi nasıl belirleyeceğidir. Zira ülkede kalifiye insan bolluğu yok. Bu yüzden seçim yapmak için belirli bir zaman ayrılmalı. Merhum cumhurbaşkanı, iki farklı ama birbiriyle bağlantılı görevi yerine getirmek üzere cumhurbaşkanlığına getirilmişti. İlki yürütmeye yönelikti. Ancak aynı zamanda deneyseldi ve onu Dini Lider pozisyonuna uygun hale getirebilecek liderlik yeteneklerini meydana çıkarıyordu. Diğeri ise güvene dayanıyordu. Yani, iktidarın yeni lidere devredilmesi sürecini yönetme konusunda liderliğe güven veriyordu.
Yeni cumhurbaşkanına giden yolda rejimin önceliği yeni Dini Lider bulmak. Bir sonraki cumhurbaşkanını seçmeden önce çözülmesi gereken düğüm budur. Cumhurbaşkanının rolünün sınırlarını hangi kimlik belirleyecek? Eğer bir din adamıysa, selefinin sahip olduklarına sahip olacak. Sivil ya da askeri bir geçmişe sahip olması ise cumhurbaşkanlığının artık Dini Liderlik pozisyonuna giden zorunlu bir yol olmadığı anlamına gelir. Bu da sistemin dini bir figürü mümkün olduğunca hızlı bir şekilde liderliğe uygun hale getirmek için çalışacağı anlamına gelir. Ya da bu iş, Cumhurbaşkanı'nın omurgayı oluşturduğu kolektif liderliğe bırakılabilir. Burada, bu pozisyonun sahibi ve arkasındaki güç pozisyonları, iktidar mücadelesindeki seçeneklere karar verme yeteneğine sahip olacaktır. Bu, kurucu Dini Lider’in ayrılmasından sonra Rafsancani-Hamaney ikilisinin deneyiminin yeniden canlandırılmasıdır. Rafsancani, Dini Lider tam olarak kalifiye olana kadar iktidarı yöneten güçlü bir başkan modelini temsil ediyordu.
Yeni bir Dini Lider’e giden yolda rejimin yeni bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var. Şu anda rejimin kurumları girdikleri kısır döngüden mustarip. Bu da rejimin kendini yenilemesini açıkça etkiliyor. Rejim başına gelenleri çok geç olmadan fark ettiğinde, kontrolsüz reformdan kaçınmak için zorunlu bir çare olarak aşırılığı seçti. Dolayısıyla rejim ilk fıtratına dönerek çoğulculuğa kapıyı kapattı. Ancak bu sefer farklı bir yer ve zamanda bunu yapması gerekiyor. Zira 1979'un Tahran'ı bugünün Tahran'ına benzemiyor. Mevcut zaman dilimi, ezici bir destek ve uzlaşıya sahip olan kurucu Dini Lider’in dönemine de benzemiyor. Devrimin o zamanki sistemi bir ivme ve büyüme halindeydi. Şimdiki rejim ise devlete el koymuş, devrimi küçültmüş ve İranlıları muhalif bir çoğunluk ile iktidardaki bir azınlık arasında bölmüş durumda.
Dini Lider’den Cumhurbaşkanı’na, Cumhurbaşkanı’ndan Dini Lider’e, ideolojik ortaklıkları paylaşan yüzler hakkında isimler ve spekülasyonlar dolaşıyor. Ama bu isimlerin hepsi kendi iktidar mücadelesi içinde. Bu konu hakkında konuşmak artık yasak değil. Ama bunu ele almak kartları yeniden karıyor. Çoğu İranlı için ilk sırayı daha çok hak eden biri var. Mevcut Dini Lider’in oğlunun ismini öneren kişi, halkın meşruiyetine sahip olan ve halen devrimin ve devletin vicdanını temsil eden kurucu Dini Lider’in torununun ismiyle de karşı karşıya kalabilir. İkinci sıraya gelince, İranlıların hafızası, tüm zorluklara rağmen kendileri için asgari olanı sağlamaya çalışan cumhurbaşkanları ile sadece rejimin çıkarlarını temsil eden diğerlerini ayırt etmek için yeterlidir.
Bu iki pozisyona giden yolda rejim kendisini, ortaklığını ve katılımını sona erdirdikten sonra artık meseleleriyle ilgilenmeyen ve rolünü iktidarını korumak ve bunu bir görev haline getirmekle sınırlayan bir çoğunluktan ayıran demir duvarlarla çevreliyor.