Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Hakim bir fikir ve mahkum fikirler

“Ancak ulusal uzlaşı fikri ve kardeşi kapsayıcı ulusal kimlik fikri, ideolojik temellerden bağımsız değildir.” Bu, geçen hafta devletin belirli bir ideolojik söylem benimsememesi gerektiğini, görevinin uzlaşıyı ve kapsayıcı kimliği teşvik etmek olduğunu ileri sürerek sonlandırdığım yazıya yapılan bir itirazın özeti.

Bana göre bu itiraz geçerli değil. Kamusal alan hakkında söylenenler harfi harfine değil, daha ziyade fikir veya uygulama ortamının alışılagelmiş bağlamı içerisinde ele alınmalıdır. İdeoloji eleştiri bağlamında zikrediliyorsa, ideolojinin en öne çıkan işlevi kastedilmektedir. O da gerçeği tamamen inkar etmek ya da tamamen batıl saymak değil, gizlemektir. Daha önce dünyada ideolojinin kısıtlamalarından veya onun etkisinden tamamen arınmış tek bir kişinin bulunmadığını söylemiştim. İdeoloji, doğayla ve onun estetiğiyle, insanın derin duygularıyla iletişim kurmanın bir aracıdır. Bu ve diğeri, görünen kısmını ve dış yüzeyinin altında saklananı tamamen içine alacak şekilde bilimin tanımlayabileceği, açıklayabileceği şeyler değildir. Bu, sanatın işlevine benzer bir işlevdir; çünkü insanlar doğrudan konuşmayla ifade edilemeyen yönleri yakalamak için sanatsal ifade türlerini kullanırlar. Şairlerin söylediklerine, sanatçıların ve müzisyenlerin çizdiklerine bakarsak, bunların en iyilerinin, sanatsal hayal gücü olmadan açıklanamayacak veya tarif edilemeyecek bir sahneyi tasvir etmeye adanmış olduğunu görürüz. Sanatçının işi mantıksal ya da ampirik kanıtlarla kanıtlanamayan bir fikri tasvir etmektir; dinleyiciye ya da izleyiciye sanki onu görüyormuş gibi anlatmaktır. Eğer izleyici fikrin bir sahnesi olduğunu düşündüğü şeyi görüyorsa bunun ispatına ne gerek var?

Eğer bilimsel kanıtı olmayan fikirleri ve hayalleri neden tasvir etmeye ihtiyacımız var diye sorarsanız, size fikirlerin iki tür olduğu cevabını veririm. Birinci tür, insanın onu olduğu haliyle ve onu bulma şekliyle istediği tür, diğeri ise parçalayıp yeniden birleştirmeye çalıştığı türdür. İlki daha zayıf bir temele sahip olsa bile daha derin bir etkiye sahiptir. Çünkü kişinin hayata bakış açısıyla bağlantılıdır ve yaşam pratiklerinden önce gelir. İkincisi, günlük yaşamı, mesleği, okulu ve insanlarla ilişkileri bağlamında insanın karşısına çıkar. Birinci tür fikirler uygulamadan önce geldiklerinden ve kişi bunları kendi iradesiyle benimsediğinden (ki rasyonel-bilimsel olabilir veya olmayabilirler), kaçınılmaz olarak ikinci tür fikirlere de hakim olacaklardır. Yani olaylara bakış açısını belirler ve buna göre onları anlama ve ele alma yolunu belirlerler. Yahut belki de insanın günlük yaşam deneyiminde edindiği fikirlerle, ikisi birbiriyle çelişse bile birlikte yaşarlar. Eski bir yazımda, Avrupa'daki bir hastanede tedavi gören ülkemizden bir grup insanın hikayesinden bahsetmiştim. İçlerinden birisi imam olup onlara cuma namazını kıldırdıktan sonra Allah’a, küçük büyük tüm Yahudileri ve Hıristiyanları, helak etmesi için dua etmeye başladı. Cemaatten biri ona karşı çıkıp şöyle dedi: Dur ey adam. Eğer Allah şimdi duanı kabul ederse, tedavimizi kim tamamlayacak ve bizi ülkemize kim geri götürecek? Bu, biri kişiyi düşmanı olduğunu düşündüğü kişilerden tedavi görmeye davet eden, diğeri düşmanın yok olması için çabalamaya davet eden iki kültür türünün paralel etkililiğinin bir göstergesiydi.

Bir kişinin hayata ve olaylara bakış açısını kontrol eden bu kültür, çoğu durumda, şüphe götürmez veya tartışılmaz kesin kanıtlarla desteklenmeyen, miras alınan veya edinilen kanaatlerdir. Kanıtlar aksini gösterse bile bizim istediğimiz ideolojik bir oluşumdur. Kapsamlı bir ulusal kimlik düşüncesi, kardeşi ulusal uzlaşı fikri gibi, şüphe götürmez veya çürütülemez deliller ile kanıtlanması kolay olmayan, ancak faydaları ve genel halk için sağladığı yararların yanı sıra, yaşadığımız çağda yakınımızdaki ülkelerde zayıflığından veya kaybolmasından kaynaklanan zararlara dair yüzlerce kanıta sahip olduğumuz bu türden bir fikirdir. Belki de çağdaş filozof David Hume'un, iki şeyin birleşmesi, bunlardan birinin ikincinin nedeni olduğu anlamına gelmez sözünü kabul etmeliyiz. Ancak çoğu rasyonel insan, tekrarlanan eşleşmenin, ilkinin ortaya çıkışının genellikle ikincisini ortaya çıkaracağına inanmak için bir neden olduğu yargısına varmıyor mu?