Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Haccın sükuneti ve siyasetin ahlaksızlığı

14 asırdan fazla bir süredir Müslümanlar her yıl İslam'ın beş şartından birini yerine getirmek, farzlarını ve ibadetlerini eda edip tamamlamak ve Kuran’ın “Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kabe’yi tavaf etsinler” buyruğunu yerine getirmek için hac mevsimini bekliyorlar. Dünya çapında Müslümanların sayısının 1 buçuk milyara ulaşması, modern ulaşım araçları ile ulaşımın kolaylaşması ama buna karşılık Mekke'deki ibadet alanlarının, keza hac mevsiminin zilhicce ayının birkaç günü ile sınırlı olması nedeniyle, Müslümanlar bu konuda yeni politikalar üretmek zorunda kaldılar.

Bu politikaların arasında her yıl ülkelerin nüfusunun belirli bir yüzdesinin hac ibadetini yerine getirmesi konusunda anlaşmaya varılması yer alıyor. Bu, tüm İslam ülkelerinin üzerinde ittifak ettiği bir husus ve şartları ile standartları bulunuyor. Onlarca yıldır devam ediyor ama kendisi İslam tarihinin kadim geçmişinde bilinmeyen bir uygulama. Ancak dediğimiz gibi zaman, mekan ve koşullardaki değişiklikler Müslümanları dini tutumlarını, politikalarını ve söylemlerini geliştirmeye zorladı. Bu uygulama hayata geçirildi ve dini ibadetlerin edasını kolaylaştırdı.

Yaklaşık bir yüzyıldır Suudi Arabistan devleti haccın himayesini ve sponsorluğunu tamamen üstleniyor ve kralları "Hadımul Haremeyni Şerifeyn" unvanını gururla taşıyorlar. Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin önderlik ettiği Vizyon 2030'da haccın özel bir yeri var. Vizyon,  hac ve umre yapmak isteyen Müslümanlar için birçok prosedürü kolaylaştırdı. Mescid-Haram ve Mescid-i Nebevi’de tarihi genişletme çalışmaları yapıldı. Yüksek kalitede hizmetler sunuldu. Her şeyden önce dini görev ve ibadetlerin kolaylıkla ve rahatlıkla yerine getirilmesi için tam bir güvenlik ve emniyet sağlandı. Bunlar herkesin şanlı ve yetkin bir şekilde yerine getirildiğine şahit olduğu ve olmaya devam ettiği, tarihi başarılar ve çağdaş gelişmelerdir.

Kadim tarihi ve hac ile ilgili yaşanan çekişmeleri ve olayları bir yana bırakırsak, modern ülkelerin istikrara kavuşmasından sonra hac ibadeti iki belirli taraf dışında hedef alınmadı ve dini rolünden uzaklaştırılmaya çalışılmadı. Bu tarafların ilki, Müslüman Kardeşler veya benzeri siyasal İslam grupları ile el-Kaide ve DEAŞ gibi dini şiddet örgütlerini içeren Sünni köktendinciliktir. İkincisi, ister sponsor devletin kendisinden, ister ona bağlı gruplardan, partilerden ve milislerden olsun Şii köktendincilik veya siyasi İslam hareketlerin Şii versiyonudur.

Bu yılki hac mevsimi sırasında, yani Hicri 1445 veya Miladi 2024 yılında, aynı iki köktendincilik hac mevsimini hedef almaya devam ediyor. 1 buçuk milyar Müslüman arasında sadece onlar haccın sükunetini bozmaya çalışıyorlar. Sünni köktendincilik, Müslüman Kardeşler'in "uluslararası örgütü", siyasi İslam, grup ve örgütlerinin yabancı sembolleri, sadece ve sadece siyasi çekişmeler uğruna haccın güvenliği konusunda şüphe uyandıracak bir kampanya hazırlıyorlar. Şii köktendincilik ise hac sırasında “müşriklerin reddedilmesinden” söz ediyor. İki köktendincilik, Suudi Arabistan'ın arkasında kim olursa olsun haccın herhangi bir tarafça herhangi bir şekilde siyasi istismarına asla izin vermediğini ve vermeyeceğini kesin bir şekilde biliyor.

Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el-Benna, Kral Abdulaziz döneminde yaklaşık 10 kez hac yapmıştı. Ancak Kral Abdulaziz, Benna'nın Suudi Arabistan'da Müslüman Kardeşler’in bir şubesini açmasına izin vermeyi kesinlikle reddetti ve Suudi Arabistan, Benna'yı Hac sırasında siyasetin her türlü istismarına karşı uyardı. Ama aynı zamanda Benna’nın kendisini hac sırasında siyasi olarak hedef alınıp suikasta uğramaktan da korudu.

Müslüman Kardeşler, Suudi Arabistan'ın haccın siyasi olarak istismar edilmesini reddettiğini bilmesine rağmen, bu dönemi her zaman örgütün birliğini güçlendirmek, takipçi toplamak ve ideolojisinin propagandasını yapmak için kullandı. İkinci tür köktendincilik de aynı yolu izledi. İslam Devrimi’nin patlak vermesinden sonra “devrimi ihraç etme” yani Arap ülkelerine aktarma düşüncesi yayıldı. Hacda “müşriklerin reddi” bidati bu fikrin rahminden doğdu. Son 40 yılda İslam'ı ve Müslümanları utandıran talihsiz olaylar yaşandı, ancak Suudi Arabistan her zaman bu iki tarafa karşı tetikte oldu.

1987’deki hac mevsimi sırasında, Devrim Muhafızları tarafından eğitilmiş unsurlar hacıların güvenliğini hedef aldı, bıçaklar, satırlar, sopalar dahil olmak üzere keskin ve ölümcül aletler satın aldılar. Büyük bir gösteri düzenleyerek güven içinde ibadetlerini yerine getiren hacılardan ve güvenlik personelinden önlerine geleni kanlı ve şiddetli bir şekilde öldürdüler. Suudi Arabistan güvenlik kuvvetleri yiğitçe karşılarında durup, onları durdurana, zorla güvenlik ve emniyeti tesis edene kadar bunu sürdürdüler. Emniyetin sağlanmasından sonra Müslümanlar hac ibadetlerini tamamladılar.

Haccı hedef alma kampanyaları daha da geliştirildi ve 1989’daki hac sırasında ölümcül bombalı eylemlere dönüştü, ancak Suudi Arabistan yine bunlara karşı teyakkuza geçti. Tüm plan ve komploları daha gerçekleşmeden ifşa etti, hac ibadetini ve hacıları her türlü siyasi, dini veya mezhepsel slogan altında şeytani bir şekilde hedef alınmaktan korudu.

Şaşırtıcı ve üzücü olan ise bu iki aşırıcı köktendinciliğin, İslam’ın adını anan, onu temsil ve savunduğunu iddia eden sloganlarla haccı ve güven içinde ibadetlerini yerine getiren hacıları hedef almasıdır. İslam’ın şartlarından birini yok etmeyi hedeflemesidir. Köktendinci söylemleri eleştirmenin kaçınılmaz bir görev olduğu gerçeğinin altını çizen de budur.

Son olarak, hac ve hacıların güvenliği, Suudi Arabistan'ın her zaman başardığı önemli bir görevdir ve bu yılki hac, bu başarı, güvenlik ve emniyetin devamı olacaktır. Bayramınız mübarek olsun.