Gazze savaşı, Ortadoğu'da bu stratejik olayı ele alanlar arasında keskin bir kutuplaşmaya yol açıyor. Bu konuda yaptığımız sınıflandırma kişileri “Filistin destekçileri veya İsrail destekçileri” şeklinde sadece iki sınıfa dahil edecek kadar daralıyor. Bu ise Filistinlilerin acılarını, gerçek ihtiyaçlarını ve davalarını çevreleyen karmaşıklıkları göz ardı eden tehlikeli bir basitleştirme.
Hamas'ı eleştirenler ya da onun yöntemlerini ve tercihlerini sorgulayanlar, İsrail'i desteklemek ve onun görüşlerini benimsemek suçlamalarına her zamankinden daha fazla maruz kalıyorlar. Bu sahte ayrıma dayanarak, Filistin'i destekleme iddiasında bulunmak, Hamas'ın "direniş bayrağı" altında yaptığı her şeye koşulsuz destek verilmesi koşuluna bağlı hale geliyor. Harekete yönelik her türlü eleştiri veya çatışmanın dinamiklerinin daha derinlemesine anlaşılmasına yönelik her çağrı, çarpıtma, karalama ve belki de daha fazlasıyla düzeltilmesi gereken bir kötülüğe dönüştürülüyor.
Ancak Arap dünyasındaki asıl bölünme, İsrail'i destekleyenler ile Filistin'i destekleyenler arasında değil, Filistin halkını ve refahını gerçekten önemseyen, onun haklarına ve onuruna ilişkin somut sonuçlar elde etmek için net bir projesi olan kişiler ile sembolik zaferlere ulaşmak için ödenmesi gereken insani bedeller büyük olsa bile, daha geniş ideolojik hedeflere ulaşmak için onun acılarına yatırım yapanlar arasındadır.
Filistin davasını kullanan gruplar, Filistinlilerin acil ihtiyaçlarından kopuk olduklarının farkındalar. Direniş ve ideolojik mücadelenin “geniş anlatısı” karşısında halkın acılarını küçümsediklerini biliyorlar. Hamas hareketinin dışarıdaki lideri Halid Meşal ile Gazze'deki lideri Yahya Sinvar, Filistinlilerin efsanevi acıları gibi gerçek ve somut olanın üzerinden atlamakta ortaklar. Meşal'e göre Gazze yok edildi ve "buna hiç şüphe yok" çünkü “direnişin bedeli budur.” Aynı şekilde Sinvar da kendi halkının öldürülmesini bu ümmetin damarlarına hayat pompalayacak “gerekli fedakarlıklar” kategorisine dahil ediyor!
Bu nedenle Hamas ve borazanları, Filistinlilere katlanmayı önerdikleri kötü durumu telafi etmek için Filistin'in yanında olma sıfatını tekeline almak ve bu sıfatı ne pahasına olursa olsun başkalarının elinden almak konusunda her şeyi göze alıyorlar.
Filistin'den yana olan gerçek tutum, adil ve kalıcı bir barışı savunan, çatışmanın karmaşıklığını ve güç dengesizliğini kabul ederek, bu projeye hizmet edecek gerekli tüm koşulları sağlamaya çalışan tutumdur. Bunun ışığında Hamas ve grubu, şantajcı anlatısını kullanarak herhangi bir anlaşmayı veya anlaşma taslağını Filistinlilerin hakları pahasına İsrail çıkarlarına teslim olmak olarak göstererek, barış fikrini hedef alıyor. Bunun sonucu, siyasi rasyonaliteyi, Filistinlilerin çıkarlarına karşı temel bir düşmanlığa dönüştürmektir.
Örneğin Meşal, Filistinlilerin "Oslo sonrası aşamaya girdiğini ve şu anda bunun hakkında konuşmanın bir anlamı olmadığını" duyurmakta acele ediyor. Gerçekliğin bizi aslında Oslo Anlaşmalarının ötesine geçmeye zorladığını vurguluyor. Daha sonra bunların üzerinden atlayıp “Sadece Gazze değil, herkes savaşa katılmalı” çağrısında bulunuyor. Sanki olması gereken Batı Şeria'nın yıkılması ve Ürdün'ün güvenliğinin çökmesi, sonra da birisinin çıkıp bunun direnişin gerekli maliyetlerinden biri olduğunu söylemesidir.
Gerçek şu ki, Meşal ve Sinvar, Arap-İsrail barışını, yayılmacı devrimci projesiyle nesnel bir çelişki olarak gören, Filistin davasını bir kaldıraç ve kolaylaştırıcı olarak kullanan İran'ın emelleri adına Arap dünyasındaki barış fikrine suikast düzenlemek için acele ediyorlar. Bunu, Filistin devletinin herhangi bir çehresini radikal biçimde reddeden İsrail sağıyla tam bir bütünleşme içinde yapıyorlar.
1990'ların ortasından beri bu kamp, barış çabalarını yok etmek ve kalıcı bir çözüme yönelik her türlü ilerlemeyi baltalamak için birleşti ve sistematik olarak çalıştı. Baruch Goldstein'ın 25 Şubat 1994'te Ramazan ayında Harem-i İbrahim Camii'nde sabah namazını kılanları hedef alan terör saldırısından, Hizbullah lideri İmad Muğniye'nin yetiştirdiği merhum mühendis Yahya Ayyaş'ın öncülük ettiği bombalı araç ve patlayıcı kemer eylemlerine, barış düşmanları bir kan ve ceset fabrikası açtılar.
İsrail sağı aynı zamanda Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki yerleşimleri genişleterek, sistematik olarak Filistin Otoritesini zayıflatmaya çalıştı. Filistinlilerin hareketlerine ve ekonomik faaliyetlerine, katı kısıtlamalar getirerek, Otoritenin etkili bir şekilde yönetme gücünü engelledi. Otoritenin gerilemesi, yıllar boyunca kendisini saran kronik meşruiyet eksikliği, artan yolsuzluk oranları ve kötü yönetim ile daha da derinleşti.
Belki de barış ufku ve Filistin’in kendisinden geriye kalanların yok edilmesinden sorumlu olanların Yahya Ayyaş'ın varisi Yahya Sinvar, Baruch Goldstein'ın varisi Itamar Ben Gvir olması günümüzün en korkunç ironilerinden biridir.
Ben Gvir'in bu konudaki ilk katkılarından birinin İsrail Başbakanı İzak Rabin'e ait Cadillac marka arabanın metal amblemini sökmek ve "bu ambleme ulaştığımız gibi Rabin'e de ulaşabiliriz" demek olduğunu söylemiş miydim? Rabin bundan üç hafta sonra öldürüldü.