İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Beyaz Saray yarışında görüş sahibi olma hakkımız var

Amerika Birleşik Devletleri başkanı her birimizin hayatında etkili bir figür olmasaydı, ABD Başkanı Joe Biden'ın sağlığı ve zihinsel durumu bu kadar ilgi görmezdi, onun hakkında duyduğumuz gürültüyü ve yorumları duymazdık.

Burada, İsrail güçlerinin Lübnan'ı işgal ettiği ve Washington'un kendisini bir dizi “veto” ve pozisyon ile desteklediği 1982 yılını hatırlıyorum. O dönemde İngiltere'ye yerleşmemin üzerinden 3 yıl geçmişti.

Beyrut'un ve Lübnan'ın güneyindeki diğer bölgelerin acımasızca bombalandığı sahneleri büyük bir acıyla ve ailemin kaderi hakkında duyduğum daha büyük bir korkuyla izliyordum. Kaygımı artıran şey, ailemin nerede olduğunu; başkent Beyrut'taki kışlık evimizde mi, yoksa taşınma tehlikesine rağmen yazlık dağ evimize mi taşındığını bilemememdi.

Televizyon haberlerinde yayınlanan dehşet verici haberleri takip eden Amerikalı bir bayan üniversite arkadaşım, ailemin durumunu sorduğunda ve “İletişim imkanı olmadığı için haklarında hiçbir şey bilmiyorum” diye cevap verdiğimde gerçekten şok olmuştu.

O gün ona şöyle demiştim: “Burada siyaset bilimi ve tarih okuyoruz, gelişmiş yasa ve düzenlemelere tabi demokratik bir devlette yaşıyoruz ve gerçeğe, adalete, hesap verebilirliğe ve iyi yönetime değer veriyoruz. Sen dünyanın şimdiye kadar tanıdığı en büyük demokraside doğdun ve büyüdün, onun demokratik sistemi sayesinde, benden farklı olarak, hükümetini sorumlu tutabilir ve hesap sorabilirsin.” Ardından şöyle ekledim: “Bugün karşında duran ben, meslektaşın ise Lübnan'daki ailesinin hayatta olup olmadığını bilmiyor. Ailemi  senin hükümetini hatta zaten aciz olan kendi hükümetimi  sorgulayarak ve hesap sorarak bile savunamam.”

Onun devam eden şaşkınlığı karşısında sözlerimi şöyle sürdürdüğümü hatırlıyorum: “O halde gerçek ve tam demokrasinin, her insanın, kendi hayatını doğrudan etkileyen herhangi bir otoriteyi sorgulamasına izin vermekte yattığı konusunda benimle aynı fikirde değil misin? Mesela benim cumhurbaşkanım, bir Amerikan vatandaşı olarak sizin hayatınızı ne uzaktan ne de doğrudan etkilemiyor, ama Başkanınız Ronald Reagan benim ve her Lübnanlının hayatını etkiliyor. Binaenaleyh bizim ve diğer dünya halklarının Amerikan başkanının seçimine katılması adil değil midir?”

Bu saçma soruyla hızlı diyaloğumuz sona erdi. Ondan sonra o işgalin sonuçları, yol açtığı ve bölgesel yansımaları olan olaylar, katliamlar, siyasi ve güvenlik değişiklikleri ile yaşamaya devam ettik ve bugün hâlâ yaşıyoruz.

Evet, Başkan Biden'ın akıl sağlığının durumu çok önemli ve bunu tartışmak herkesin hakkı. Aynı şey, rakibi eski başkan ve belki de bir sonraki başkan Donald Trump'ın hukuki statüsü ve siyasi söylemi için de söylenebilir. Çünkü Amerikan seçimlerinin faturasını Filistin'den Suriye, Ukrayna, Tayvan ve Sahra Altı Afrika'ya kadar tüm dünya ödedi ve ödeyecek. Eğer Amerikan başkanının seçiminin yalnızca ABD'yi ilgilendiren bir “egemenlik” meselesi olduğunu iddia edenler varsa, bu gerçekle hiçbir ilgisi olmayan saçma bir sözdür.

Peki ama Washington'daki siyasi ortam, içinde bulunduğumuz duruma nasıl geldi? Seksen yaşındaki Biden'ı Amerikan Demokrat Partisi için "zaruri bir ihtiyaç" haline getiren, parti planlamacılarının "vizyonunun" o olmadan gerçekleştirilememesine yol açan dinamikler nelerdir?

Amerikan siyasi (ve seçim) sistemi kadar gelişmiş bir sistemde, adayın parti tabanını ona oynanan bahsin artık riskli hale geldiğine ikna edecek büyük bir kusuru olduğunun açıkça görülmesi halinde, alternatif bir "stratejinin" olmaması makul müdür?

ABD'de, başkan için aranan şartların aynısının kendisi için de arandığı, başkanla aynı listeden seçilen, dahası seçiminin siyasi ve coğrafi olarak mevcut durumu “dengelemeye” katkıda bulunmasına dikkat edildiği ve temel görevleri arasında Senato oturumlarına başkanlık etmenin de yer aldığı "başkan yardımcısı" gibi saygın bir anayasal makam varken, bazı kişilerin başkan yardımcısını aday göstermeyi olası çözümler arasında gündeme getirmeyi göz ardı etmeleri garip değil mi?

Burada Demokratların, yaşlı beyaz bir adam, doğu eyaletlerinin oğlu ve Kongre'de uzun deneyime sahip bir senatör olan Biden'ın adaylığını kabul ettiklerinde, Kamala Harris'i başkan yardımcılığı pozisyonuna aday gösteren kriterlerin başında, onun Afro-Asya kökenli, nispeten genç kuşaktan, Batılı bir eyaletten gelen bir kadın ve Kongre’den olmayıp bir eyaletin valisi konumunda olmasının yer aldığını hatırlayalım. Böylece liste çeşitli açılardan dengelenmişti!

Bundan önce de iki parti çeşitli başarılı liste "dengesi" örneğine tanık oldu. Demokratlar arasında John Kennedy-Lyndon Johnson (Doğu/Güneybatı), Lyndon Johnson - Hubert Humphrey (Güneybatı/Kuzey), Jimmy Carter - Walter Mondale (Güney/Kuzey), Barack Obama - Joe Biden (Kuzey/Doğu) listeleri başarılıydı. Cumhuriyetçiler arasında Richard Nixon - Spiro Agnew (Batı/Doğu), Ronald Reagan – baba George Bush (Batı/Kuzeydoğu, sonra Güney), oğul George Bush - Dan Quayle (kuzeydoğu, sonra güney/kuzey) vb. listeler başarılı ve dengeliydi.

Burada kastettiğimiz, eğer aslında başkanın ve başkan yardımcısının kimliğine sandık merkezleri karar vermeden önce karar veren çeşitli "lobilerin" çıkarları buna izin veriyorsa, o zaman örneğin Biden'ı adaylıktan vazgeçmeye ikna etmeyi, Harris’i başkan yardımcısı pozisyonunu üstlenecek bir kişiyle "dengeledikten" sonra listenin başına getirmeyi engelleyecek hiçbir şey yok.

Elbette bunu tartışan ve bir kısmı hukuki olabilecek  itirazlarda bulunan birçok kişi var. Ancak tartışma konusu olmasını beklemediğim husus, Başkan Biden'ın kazanma şansının çöküp çökmediğidir.

Bu nedenle Demokratların Donald Trump'a olan nefretinin derinliği ve onun Beyaz Saray'a dönüşünü engelleme gayretlerinin boyutu dikkate alındığında mantık, onların "alışılmışın dışında düşünmeleri", yani, onlar için hem tepe hem de taban düzeyinde olağanüstü olan bir soruna olağanüstü çözümler düşünmeleri gerektiğini söylüyor.